Son yıllarda yaşadığımız topraklarda, işçi ve emekçiler üzerinde yoğun bir baskı oluşturan neo-liberal saldırılarla beraber “kadrolu” öğretmenlik yapmak da tam bir hayal oldu. 200 binden fazla eğitim fakültesi çıkışlı atanmayı bekleyen işsiz öğretmen var. Ve bunlardan sadece 80 binine ihtiyacı olduğunu söylüyor Milli Eğitim Bakanlığı. Ancak, yapılan son atamalarda, sadece 30 bin öğretmeni görevlendirmiş durumda. “Resmi rakamlar” bile eğitim siteminin çarpıklığının bir göstergesi niteliğinde. Sağlık gibi eğitimi de özelleştirme yoluna giden burjuvazi, bu açığı “mevsimlik işçilerle” kapatmaya çalışıyor. Yani ek ders ücreti karşılığı öğretmenlik yapan binlerce ücretli köle, girdikleri ders başına para alıyorlar. Bir ders ücreti ise sadece 5 lira! Bununla birlikte sigorta primleri sadece derse girdikleri günler için yatırılıyor. Böylece ayda sadece 12 ilâ 18 gün sigorta primleri yatırılmış oluyor. Yazın çalışmadıkları ve sigortaları yatmadığı için bir nevi mevsimlik işçiler! Dahası, her gün okula gittiklerinde yerlerine kadrolu başka bir öğretmenin gelmesi korkusuyla selamlıyorlar öğrencileri. Sendikalaşma hakları da yok. Patronları konumundaki okul müdürleri anında işlerine son verebiliyor.
Yaratılan bu statüsel farklılıklar örgütlü mücadelenin önüne de engeller koymakta. Oysa yaptığımız iş aynı: sınıfa girip ders anlatmak! Çok açık ki, bir kadrolu maaşıyla, 3 mevsimlik öğretmen çalıştırmak “eğitim bütçesine” oldukça katkı sağlıyor! Dünyanın dört bir yanında, her sektörde çalışan işçi ve emekçilerin yaşadığı bunun gibi ortak sorunların olduğu bu sistem içerisinde, kurtuluş yolu işçi sınıfının örgütlülüğünden gelecek güçtür.