
Bu hafta Kadıköy’de tanzim satış noktalarındaki kuyruğu girdim. Kuyrukta 60-70 kişi vardı. Hava yağmurlu ve soğuktu. Kuyruktakilerin çoğu 60 yaşın üstündeki yaşlı insanlardı. Hele bir akşam saat altı civarında bu kuyruğu ilk kez gördüğümde içim cız etmişti. Kuyruktakilerin hepsi yaşlı, gariban insanlardı. Hiç orta yaştan insan yoktu. Ama ikinci görüşümde öğrenci olduklarını düşündüğüm 20’li yaşlardaki gençler de vardı.
Kuyruğa girdiğimde patlıcan, biber, ıspanak erkenden bitmişti. Geriye domates, soğan, patates kalmıştı. Tartıya alınan patatesler arada iri ve yarık olanlarla beraber genelde haşlamalıktı, soğanlar ise portakal kadardı. Kuyruğa girince ilk birkaç dakika kuyruktakileri seyrettim, dinledim. Arkamdan kuyruğa katılanlar zaten hemen muhabbete başladılar. “Buralara muhtaç kaldık” dedi yaşlı bir amca. Hemen yanındaki de “bir de ne kadar sürecek bakalım bu? En fazla Mart sonuna kadar buralardan alırız. Sonra da görmeyiz valla!” Arkadakiler öyle sessiz de konuşmuyorlardı hani. Hemen yanımdaki 70 yaşlarındaki teyzeyle sohbet etmeye başladım. Nerden geliyormuş, ne düşünüyormuş diye. Bu havada bu kuyruklarda olmaktan memnun muymuş diye. “Bize müstahaktır kızım müstahaktır” dedi sessizce. “Niye öyle düşünüyorsun teyze?” deyince “kızım her şeye sus sus böyle olursun” dedi. “Eskiden evde bir kişi çalışırdı, 3 çocuğu okuturdun, şimdi 2 çocuğum var. Eşleriyle beraber çalışıyorlar, tek çocuğun ihtiyacını karşılayamıyorlar. Yazık değil mi millete? Biz bu kuyruklara muhtaç kaldık, birisi sarayında keyif çatıyor!” dedi. Yani bir dokundum bin ah işittim anlayacağınız. Teyze bu arada bir zamanlar Pendik’te bir fabrikada muhasebecilik yaptığından, geçmişte insanların bugünkü gibi her şeye susmadığından, kendilerini bu kadar ezdirmediklerinden, insanların geleceklerinden bu kadar endişe duymadıklarından bahsetti.
Sonra kuyruğa 50’li yaşlarında bir adam yaklaştı. Merak etmiş, ne satıldığını, fiyatların nasıl olduğunu sordu. Sonra da “bu kuyrukları görünce çocukluğumu hatırladım. Yazık millete, eskiden yağ kuyruklarımız vardı, şimdi de soğan, patates kuyruğumuz mu oldu?” dedi. Önümde sonradan 60 yaşında olduğunu öğrendiğim bir teyze, bu kuyrukta olmaktan utanmış olmalı ki “beğenmiyorsan sen git marketten al, ayrıca o dediğin yağ kuyruklarında bir küçük paket yağ alırdık, buradaysa istediğin kadar alıyorsun” dedi. Bunun üzerine soruyu soran gözlemci vatandaş da “teyzeciğim, o yağ kuyruklarında da parası olan bir koli yağı, parası olmayan gariban ise ancak bir paket yağı alıyordu” dedi. Gözlemcimiz gittikten sonra ben teyzenin anlayacağı dilden konuşabilir miyim diye merak edip sohbet etmeye çalıştım ve “teyzem kötü bir şey demiyor adam. Bizim halimize üzülüyor. Yazık değil mi bize? Bu soğukta kaç dakikadır bekliyoruz, ayaklarımız dondu. Onun yerine her şey öyle pahalı olmasa, eve yakın bir markete girip üşümeden, bu fiyata alacağımızı alsak iyi olmaz mıydı?” deyince, yüzündeki ifade biraz yumuşadı ve “isterim tabii ki yavrum” dedi.
Bu sohbetler o soğukta yaklaşık 20-25 dakika boyunca, tartının önüne gidene kadar devam etti. Sıra önümdeki teyzeye gelince ben arkadan portakal kadar olan soğanlara itiraz ettim. Tezgâhtar genç bana çıkıştı, “ucuz soğanı bulmuşsunuz bir de itiraz ediyorsunuz” dedi. “Valla ben anlamam, o kadar soğukta bunun için beklemedim, bak arkandaki çuvalda biraz daha küçük soğanlar var, onları çıkarıver” dedim. Önümdeki teyze de bastırınca, genç gidip o çuvalı açıp önümüze getirdi. Bizden öncekiler seslerini çıkaramamışlardı poşetlere doldurulanlara. Biz soğanları değiştirince patatesleri dolduran başka bir genç de hazırladığı patates paketlerindeki yaralı patatesleri ayıklamaya başladı.
Alışverişimi yapınca yanımda sohbet ettiğim teyzeyle vedalaştım. Kuyruktan çıktığımda sırada kalabalık giderek artmıştı. Bir de bu patates-soğan kuyruğunun fotoğrafını çekeyim dedim. Cep telefonumla çekmeye çalışırken yanımdan geçen biri “bu rezaletimizin fotoğrafını da çekmeyin Allah aşkına” dedi. Ben de zaten bu rezaletimizi belgelemek için çekmiştim.
Bu kuyrukta olan insanların tek tek ne düşündüğünü bilemem ama hemen yanı başımdaki insanların burada olmaktan duyduğu rahatsızlığı hissettim. Yanımdaki teyzenin dediği gibi de yıllardır yaşananlar karşısında susa susa, bir başkasının başına gelenlere tepkisiz kala kala yoksulluk uçurumunun diplerine düştük. İktidarın seçim öncesinde freni patlamış kamyon gibi olan ekonomiyi sorun yokmuş gibi göstermek için yaptıkları, seçimler sonrasında daha beter günleri yaşayacağımızın işaretlerini veriyor. Siyasi iktidar bizi bölerek, birbirimize düşman yaparak bu sefaleti bize yaşatma cesareti buluyor. Hangi partiye oy vermiş olursa olsun tüm işçi, emekçi ve yoksullar aynı sorunları yaşıyorlar. Bugünlerden kurtulmanın tek bir yolu var. Emekçileri bunun bilincine vardıracak, bir araya getirecek, birbirini anlayacak, birbirine el uzatacak, birlikte hareket edecek bir ruh haline getirmenin yollarına kafa yormaktır.