
Okullarda okutulan tarih kitapları kralların, sultanların, beylerin, paşaların adlarını yazar, sanki bütün bir tarihi bir avuç hükümran yapmış gibi. Sanki “Ol!” demişler de oluvermiş bütün bir tarihi olaylar! Seven, savaşan, açlık çeken, isyan eden yoksullardan bahsetmez bu kitaplar. Onların acılarını, sevinçlerini, özlemlerini, yiğitliklerini ve mücadelelerini tarih kitaplarından okuyamayız. Ama ezilen ve sömürülenler anlatmışlardır kendi destanlarını… Belki kâğıda dökememişlerdir ama sazla-sözle anlatmışlardır. Türkülerin ve ağıtların bizlere ışık tutan birer öyküsü vardır. İşte böyle bir türküdür; Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz, hepimiz biliriz bu türküyü… Belki bu türküye esin veren kişileri, olayları bilmeyiz ama bir yiğitliği anlattığını hissederek ağız dolusu eşlik ederiz hepimiz. Sandıkçıoğlu’nun, Sandıkçı Şükrü’nün hikâyesidir bu türkü; bilecek olan anlatsın bilmeyene!
Sene 1341 nefsime uydum
Sebep oldu şeytan bir cana kıydım
Katil defterine adımı koydum
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz
Sen üzülme anam dertlerim çoktur
Çektiğin çilenin hesabı yoktur
Yiğitlik yolunda üstüme yoktur
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz
Sene 1341 yani miladi 1923… Ömer Reis’in oğlu Holdozlu Şükrü, usta balıkçılığıyla bir de yiğitliğiyle bilinirmiş Rize’de, Abdi Ağa ise zalimliğiyle nam salmış Karadeniz bölgesine! Abdi Ağa, canından öte kardeşini bıçaklamış Şükrü’nün, aklı başından uçan Sandıkçıoğlu ise düşmüş ağanın peşine… Köylüler “Abdi Ağa! Yüzünü dön Abdi Ağa! Arkadan vurulanlar, kaçarken vurulanlar, kalleştir!” sözlerini işitmiş önce, sonra da iki el silah sesi… Tutuklamışlar Şükrü’yü, atmışlar üç tarafı denizle çevrili Sinop kalesinin karanlık bir zindanına.
Çok zamandır çektim kahrı zindanı
Bize de mesken oldu Sinop’un hanı
Firar etmeyilen buldum amanı
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz
Sinop kalesinden uçtum denize
Tam üç gün üç gece göründü Rize
Karşıki dağlardan gel oldu bize
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz
Rüstem Ağa ise mahpusluğu fırsat bilmiş ve göz koymuş Şükrü’nün karısına, Fadime’ye… Bunu duyan Sandıkçıoğlu firar edilemez denilen Sinop kalesinden arkadaşlarıyla birlikte kaçmış ve düşmüş bir başka ağanın, Rüstem’in peşine… Önce Rüstem Ağayı vurmuş sonra da arkadaşlarıyla birlikte sığınmış dağlara… O vakitten tezi yok kimin başı sıkışsa, bir haksızlığa uğrasa varmış Sandıkçı Şükrü ve arkadaşlarının yanına. Kim ki mazluma zulmetmeye kalkmış Sandıkçı Şükrü’yü bulmuş karşısında! Zenginden almış fakire dağıtmış Şükrü, başı sıkışanın derdine ortak olmuş. Eşkıya demiş egemenler, küfürle birlikte anmışlar adını ama yoksul ahalinin gönlüne de taht kurmuş Şükrü…
Civar köyün ağaları birleşmişler de düşmüşler Şükrü’nün peşine, yerini jandarmaya söylemişler. Türküden de biliriz 500 atlı düşmüş Sandıkçıoğlu’nun peşine, bir yanını jandarma sarmış diğer yanını ise bir zamanlar iyilik yaptığı Varilcioğlu ve adamları… Teslim olan Şükrü’yü kalleşçe arkadan kurşunlamış Varilcioğlu… Şükrü, mertçe ölmüş ama adını yaşatmış yöre halkı, yiğitliğini ve iyiliklerini kuşaktan kuşağa anlatmış. Aradan yıllar geçmiş, egemenler bu sefer Sabahattin Ali’yi atmışlar Sinop zindanlarına, şiir okuduğu ve zulmün karşısında haklının yanında durduğu için… İşte Sabahattin Ali de yattığı zindanları daha önce mesken tutan Sandıkçıoğlu’nun hikâyesini burada dinlemiş, Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz şiirini burada yazmış.
Kardeşler, bu destanlar zalimlere boyun eğmeyenleri anlatır. Zulüm oldukça zulme başkaldıranlar da olmaya devam edecek. Bunu aklımıza yazalım ama kurtarıcı beklemeyelim, birileri gelip bizi kurtarmayacak! Çünkü bu çağın kurtarıcısı işçi sınıfıdır! Ne zaman ki sanayi gelişmiş ve işçi sınıfı çıkmıştır ortaya; işte o zaman tüm üretimi yapan, tüm zenginliği var eden işçi sınıfı bir kurtarıcı haline gelmiştir. İşçi sınıfı uyuyan ama gücünün farkında olmayan bir devdir. Tüm işçilerin birleştiğini ve şalterlerin indiğini bir düşünelim! Ne olur o zaman? Şunu asla unutmayalım: Biz birleşirsek, sömürücü zalimler dünyaya hükümdar olamaz!