Merhaba işçi kardeşlerim. Biz işçiler emeğiyle dünyadaki zenginliği var edenleriz. Bizim emek gücümüzden başka satacak hiçbir şeyimiz yok. Bizler emek veren, alın teri döken onurlu bir sınıfın evlatlarıyız. Kapitalist egemenler bütün pisliklerini bizlere dayatsalar bile biz insanlığımızdan asla taviz vermeyeceğiz. Pislik saçan çarkı bozuk bu düzeni kabul etmiyoruz.
Kardeşler, bu düzene olan öfkeme öfke katan utanç verici bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Ben bir market işçisiyim. Her iş çıkışı market müdürü çantalarımızı kontrol ediyor. Biz, işyerimizde emeğiyle çalışan bir işçi değil de bir hırsız muamelesi görüyoruz. Bu olay ilk defa başıma geldiğinde çok sinirlenmiştim. Başta çözümü çantamı götürmemekte buldum. Ama beni aramasalar bile arkadaşlarımın çantalarını arıyorlardı. Buna seyirci kalmak bile utanç verici. Hatta markete girerken sigara içenler sigarasını ve su içenler de dışarıdan getirdiği suyu müdüre gösterdikten sonra içebiliyorlardı. Ama beni asıl öfkelendiren patronların bu kepazeliği değil. Bu utanç verici aramaların normal olduğuna, olması gerekenin bu olduğuna işçilerin bir kısmının ikna olmuş olmalarıydı. Bazı işçiler rahatsız olsalar bile yapacak bir şey olmadığını söylüyorlardı.
Ben bu duruma öfkelenirken Maden-İş çalışma grubunun hazırladığı Derinden Gelen Kökler isimli kitapta Lastik-İş’in 1968 yılında başlattığı “Üstünü Aratma” kampanyasını okudum. Kampanya için sendikanın hazırladığı bildiride: “İşçi Arkadaş, insanlık onuruna aykırı hareketlere engel ol. Fabrikaya giriş ve çıkışta üstünüzü aratmak isteyen işverenlere üstünü aratma. Dünyanın hiçbir yerinde işçilerin üstü aranmaz. Bu kölelik devrinden kalma bir usuldür. İşçi hırsız değildir. İşçi emeğiyle çalışan insandır. İşveren veya vekili veya bekçisi zorla aramaya kalkarsa ‘ben sendikamdan emir aldım, üstümü aratmam’ diyeceksin. Sen üstünü aratma, gerisini sendikana bırak.”
Lastik-İş üyesi işçilerin yaptıklarını öğrendikten sonra daha da cesaretlendim. Bu muamelenin doğru olmadığını, böyle gelmediğini ve böyle de gitmemesi gerektiğini işyerindeki arkadaşlarıma bu deneyimi de örnek göstererek anlatıyorum. Şanlı işçi sınıfı tarihimiz bize ne yapmamız gerektiğini çok iyi bir şekilde gösteriyor. Onurlu işçiler ancak mücadele ederek bu onursuzluğa son vermişler ve verebilirler.
Bizler alın teriyle ekmeğini kazananlarız, hırsız değiliz. Asıl hırsız, bizleri uzun çalışma saatlerine mahkûm eden ve açlık sınırı altında ücret veren patronların ta kendileridir. Onlar emeğimizin hırsızıdır. Ürettiklerimize el koyanlardır. Onlar bizi iş kazalarında öldürenlerdir. Onlar evimizde ailemizle mutlu bir şekilde yaşamamızı istemeyenlerdir. Onlar kârlarına kâr katmak için savaşlarda evimizi başımıza yıkanlardır. Ve aynı zamanda onlar, işçi sınıfının örgütlü gücüyle tarihin çöplüğüne atılacak olanlardır.
Yaşasın İşçi Sınıfının Örgütlü Gücü!