
Ekonomik kriz her geçen gün hayatımızda kendisini daha fazla hissettiriyor. Gerçek enflasyon karşısında asgari ücrete yapılan “kırıntı zamlar” ikinci ayında eriyip gitti. Aldığımız maaş açlık sınırının altındayken bir de işsizlik tehdidiyle karşı karşıya kalıyoruz. Patronlar krizi fırsata çevirmek için işçi çıkartmaya başladılar. Geçim şartları gittikçe zorlaşıyor. Kölece koşullarda çalışmamıza rağmen krizin faturası bizim sırtımıza yükleniyor. Gıda fiyatları o kadar arttı ki sebzeleri tane tane almak zorunda kalıyoruz. Kırmızı biber ile sivri biberin kilogram fiyatı 20-25 lira arasında seyrediyor.
Geçen ay aldığım maaşla marketten alışveriş yapmak istemiştim. Fakat alışverişi yaparken çok ince hesaplar yapmam gerekiyordu. Mesela patatesi, biberi, soğanı tane tane ve en küçüğü üzerinden hesaplamam gerekiyordu. Düşünün, “patates tanesinin büyüğünü mü küçüğünü mü alalım” hesabı yapıyoruz. Marketten manav reyonundan aldığım patatesi, soğanı ve 3 tane sivri biberi teraziye bakan görevliye verdim. Patatesi ve soğanı tarttı fakat sivri biberi tartamadı. Dolayısıyla biberin fiyatını da hesaplayamadı. Görevlinin alışık olduğu bir durumla karşı karşıya kaldığı her halinden belliydi. Et reyonunda bulunan görevliye bir işaret edip “şunu senin orda tartabilir miyiz?” dedi. Et reyonunda daha hassas bir teraziyle tartıldı ve tamı tamına 95 gram geldi. Kendim dışında alışveriş yapan diğer emekçi insanların poşetlerine baktığımda benden farklı değillerdi. Yani işçilerin alım gücü günden güne düşüyor.
Durum böyleyken, bu hayat pahalılığına karşı biz işçilere bir görev düşüyor: Mücadele görevi! Çünkü ekonomik krizin faturasını bizlere kesiyorlar. Biz nasıl geçineceğimizin ince hesaplarını yaparken patronlar sınıfı da bizleri daha fazla nasıl sömüreceğinin ince hesaplarını yapıyorlar. O yüzden biz işçiler işyerlerimizden başlayarak kendi sınıf çıkarlarımız temelinde örgütlenmeli ve “Krizin Faturasını ödemek istemiyoruz” demeliyiz.