
İşçilerin sömürülmesiyle ayakta duran kapitalist düzen çürümüş ve büyük bir çıkmaza girmiştir. Bu düzen insanlığın başına her geçen gün yeni belalar açıyor, sorunları çığ gibi büyütüyor. Kapitalist sistemin işleyişinden dolayı dünyada dört milyardan fazla insan kentlere yığılmıştır. Kır nüfusu kente akmaya devam ediyor. Latin Amerika’dan Afrika’ya kentlerin kenar mahallelerine yığılan insanlar, derme çatma barakalarda yaşam mücadelesi veriyor. Yüz milyonlarca insan işsiz, aç ve perişandır. İki milyar insan doğru düzgün karnını doyuramıyor. Bir bu kadar insanın ise herhangi bir sosyal güvencesi yok. Yani kapitalizm, parası olmayanı kaderine terk ediyor. Bu yüzden her sene 11 milyon çocuk basit hastalıklardan ölüyor. Kısacası zenginle yoksul arasındaki gelir uçurumu akıl almaz ölçüde genişliyor. Dünya nüfusunun yüzde birlik kesimi, dünyanın yüzde 99’una hükmediyor.
Böyle bir düzende adalet, barış ve huzur olamaz. Böyle bir düzende emekçilerin isyan edip ayağa kalkması engellenemez. Bir yerde sömürü, sefalet ve zulüm varsa, orada “yıkılsın bu sefalet düzeni” diyenler de vardır. Direniş ve dünyayı değiştirme mücadelesi vardır. Çünkü her şey karşıtıyla, etki tepkiyle birlikte vardır. Bugün Sudan’dan Haiti’ye, ABD’den Fransa’ya, Cezayir’den Hindistan’a, Honduras’tan Yeni Zelanda’ya dünyanın birçok ülkesinde emekçilerin öfkesi yükseliyor. Emekçiler işsizliğe, hayat pahalılığına, düşük ücretlere, demokratik hakların yok edilmesine karşı mücadele ediyorlar. Özellikle 2000 yılından bu yana, işçi sınıfının mücadele dalgası yayılıyor. Bir ülkede geri çekilen mücadele dalgası öteki ülkede ortaya çıkıyor. Adeta dünya isyanda… Emekçiler, içinde yaşadıkları sömürü düzenine “artık yeter” diyorlar. Sömürünün, işsizliğin, açlık ve yoksulluğun son bulmasını istiyorlar.
Bir zamanlar “rüyalar ülkesi” olarak adlandırılan Amerika’da işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşulları gittikçe kötüleşiyor. Bu yüzden işçilerin tepkisi de sertleşiyor. Geçen sene öğretmenlerin başlattığı mücadele, tüm ülkeyi sarmış ve kazanımla sonuçlanmıştı. “Birleşen Güçlü Olur!” sloganıyla mücadele eden öğretmenlerin grevi bu sene de devam ediyor. Öğretmenler yalnızca ABD’de değil, dünyanın birçok ülkesinde hakları için ayağa kalkıyorlar. Nisan ayında Polonya’da 300 bin öğretmenin 17 gün boyunca yaptığı grev, ülkede büyük bir yankı uyandırmıştı. Tunus, Fas, Cezayir, Meksika, Arjantin, Fransa, İran, Hollanda’nın ardından öğretmen grevi Yeni Zelanda’ya sıçradı. 29 Mayısta greve giden 50 bin eğitim işçisi, uzun iş saatlerini, düşük ücretleri ve hak gasplarını protesto etti.
Honduras ve Haiti’de meydanların dolup taşması, işçi sınıfının öfkesinin ne denli büyük olduğunu gözler önüne seriyor. Honduras’ta devlete ait işletmelerin özelleştirilmesi, işçilerin işten atılması, sağlık ve eğitim gibi kamu hizmetlerinin kısıtlanmasına karşı yüz binler sokaklara döküldü. Haiti’de açlık ve yoksulluğa isyan edip ayağa kalkan emekçiler, boğazına kadar yolsuzluğa gömülen sermaye hükümetini sallıyor. Başkanlık sarayının etrafına polis yığınağı yapan devlet başkanı, emekçilerin öfkesinden kaçabileceğini zannediyor. Ama Tunus, Mısır, Cezayir ve Sudan’da aynı yöntemi deneyen diktatörlerin nasıl alaşağı edildiğini unutuyor!
2011’de Tunus’ta patlak veren halk isyanı kısa sürede Mısır’a sıçramış ve her iki ülkede de ayağa kalkan milyonlar diktatörleri iktidardan indirmişlerdi. Ne polis ne asker durdurabilmişti isyan eden emekçileri… Aynı günlerde Cezayir halkı da işsizliğe, yoksulluğa ve demokratik hakların yok edilmesine karşı ayaktaydı. Cezayir’deki diktatör, çeşitli manevralar yaparak iktidarda kalmayı başardı. Fakat Cezayir işçi sınıfı ve emekçiler, 2019’da bir kez daha isyan edip meydanlara indiler. Cezayir’deki isyan derhal Sudan’a sıçradı. 2 Nisanda Cezayir diktatörü Buteflika, 11 Nisanda ise Sudan diktatörü Ömer el Beşir iktidardan indirildi.
Sudan’da işçi ve emekçiler “devrim” diye haykırmaya devam ediyorlar. Ordu bir darbeyle, 30 yıldır halka kan kusturan el Beşir’i tutukladı ve ayağa kalkan halka evinize dönün dedi. Böylece diktatör el Beşir’i gözden çıkartarak diktatörlük rejimini kurtarmak istedi. Ama meydanlara dökülen ve özgürlük isteyen milyonlar evlerine dönmedi. Sudan halkı diktatörlük rejiminin son bulmasını, halkın tepesinde boza pişirenlerin hesap vermesini, darbecilerin iktidarı sivil bir hükümete devretmesini, demokratik haklar tanındıktan sonra serbest seçimlerin yapılmasını istiyor.
Bundan 30 yıl önce Ömer el Beşir, tek adama dayalı bir diktatörlük rejimi kurdu. Her türlü demokratik hakkı ortadan kaldırdı, toplumu baskı altına aldı. Nüfusun büyük çoğunluğu sefalet koşullarında yaşarken, petrol gelirlerine el koyan Beşir ailesi ve rejim yöneticileri zenginleştikçe zenginleşti. Yolsuzluk ve çürüme diz boyu oldu. Diktatörlük rejimi, halkın öfkesini bastırmak için baskıları daha da artırdı. Ekonomi krize girince işsizlik çığ gibi büyüdü, enflasyon yüzde 100’ü aştı, emekçilerin alım gücü düştü, açlık çekenlerin sayısı 6 milyonu geçti. Beşir ise, iğneden ipliğe her şeye zam yaparak halkın yaşamını iyice çekilmez hale getirdi. Böylece artık dayanılmaz noktaya gelen halk silkinip bu eli kanlı diktatöre karşı ayağa kalktı. Sudan halkının mücadelesi sürüyor.
Paranın egemenliğine dayalı kahrolası kapitalist sistem, alın teri döküp üretenlerin hayatını cehenneme çeviriyor. Sistemin yol açtığı krizin faturası, tüm dünyada işçi ve emekçilere kesiliyor. Türkiye’den Honduras’a kadar patronlar sınıfını temsil eden hükümetler, işçi sınıfının haklarına saldırıyorlar. İşçiler işten atılıyor, kamu hizmetleri kısıtlanıyor, kıdem tazminatına el konmak, emeklilik hakkı fiilen ortadan kaldırılmak isteniyor, her şeye zam yapılıyor. Artan enflasyon ve hayat pahalılığı emekçilerin yaşamını daha fazla çekilmez kılıyor.
Bu koşullarda işçi sınıfının susup kölelik koşullarına boyun eğeceğini zannedenler fena halde yanılıyorlar. İşçi sınıfı asla sömürülmeyi, işsizliği ve sefaleti kabul etmedi, etmeyecek. Türkiye işçi sınıfı olarak biz de daha fazla sesimizi yükseltmeli ve dünyanın dört bucağında yankılanan emeğin sesine katmalıyız. Siyasi iktidarın kamplaştırma, kutuplaştırma ve bölme siyasetine karşı durmalı, hiçbir ayrım yapmadan birleşmeliyiz. İşte o zaman Türkiye’den yükselteceğimiz haklı mücadelemizin sesi daha fazla yankılanacak ve dünyanın diğer tarafındaki kardeşlerimiz tarafından daha fazla duyulacaktır.