
Kadınlar… İşçi sınıfımızın kadınları… Nasıl ki tezgâh başlarında erkek sınıf kardeşleriyle birlikte ürettilerse, birlikte mücadele edip önlerine dikilen barikatları da birlikte aştılar. Anaydılar… Eştiler… Kardeştiler… Hepsinden öte üretendiler, işçiydiler… Beyaz önlükleri ve başörtüleriyle, sıkılı yumrukları ve kararlı adımlarıyla 15-16 Haziran 1970’te verilen destansı mücadelenin en önündeydiler. Onlardan biri, İbrahim Ethem İlaç Fabrikası İşçi Temsilcisi Nurten Arıcan “dün gibi…” diyerek anlatıyor:
“İbrahim Ethem İlaç Fabrikası’nda çalışıyordum, Kimya-İş Sendikası’nda işyeri temsilcisiydim. Fabrikadaki çoğu kadın 600-700 işçiye, haklarının ellerinden gideceğini anlattığımızda protestoya katılmayı tereddütsüz kabul ettiler. Fabrikada sendikasız işçi yoktu, kadınlar erkeklerden daha bilinçliydi, sınıfsal olarak da meseleyi biliyorlardı.
Fire vermeden katıldık eyleme… O dönemde 31 yaşındaydım, beş çocuğum vardı, ancak sınıfsal olarak böyle bir şeyi yapmamam ayıp olurdu, kendimiz için yürüdük. 15 Haziran’ı pek hatırlamıyorum, sanırım iş bırakmıştık. Ancak 16 Haziran dün gibi…
Beyaz önlük ve ayakkabılarımızla, “haydi” lafını duyar duymaz çıktık. Davutpaşa tarafından sloganlarla işçiler geliyordu. Biz önde, onlar arkada yürüyorduk. İşçileri temsilciler olarak biz yönlendiriyorduk. Topkapı’daki ampul fabrikasının önüne gelince, oturun dedim, bembeyaz önlükleriyle insanlar dalgalanıp oturdular. Sloganlarımıza işçiler fabrikadan çıkıp, bize katılarak yanıt verdiler. Topkapı’da polis kordonuna alındık. Geri dönmek üzereyken, biz buradan geçeceğiz diye karar verdik ve erkek-kadın el ele, kol kola kenetlenip polisi yardık. Askerleri de geçtik.
Bunları nasıl yaptık, hâlâ anlamış değilim! Kordonları yardıktan sonra ağzımda limonata tadı duydum, meğerse birisi kafamdan limonata dökmüş, ama hatırlamıyorum. Sonra Topkapı’ya, Şehremini’ye yöneldik, ancak artık özgürdük ya, yürümüyor koşuyorduk. Derken surların orada askerle göğüs göğse geldik, yaşlı bir adama sanırım vurdular, benim de göğsüme genç bir subayın süngüsü geldi. Bir arbede yaşandı, onu da atlattık. Cağaloğlu’na kadar yol serbestti. Farklı fabrikalardan işçilerle Cağaloğlu’nda buluştuk.
Dörtyol ağzında yeniden çatışma yaşadık. Bir tankın üzerine çıktım, bir askerle göğüs göğse geldik, ben onu tuttum, o beni, ama ben orada kalmayı başardım. Tankların üzerinden atlayıp karşı tarafa geçtik, köprünün açıldığını ancak Eminönü’ne geldiğimizde gördük. Taksim’e çıkamayacağımızı anlayınca Edirnekapı yolundan sloganlarla fabrikaya döndük.
Ayakkabılarımın olmadığını da o zaman fark ettim, sadece benim değil arkadaşlarımın da ayakları çıplaktı. Anın heyecanından nasıl kaybettiğimizin farkında bile değildik, bu heyecanı hâlâ o günkü gibi yaşıyorum. Yürüyüş sırasında arkaya dönüp baktığımda gördüklerim, onları oturtup kaldırmak… Demek ki güçlüymüşüz. Keşke 17’sinde de yürüseydik… 15-16 Haziran Türkiye’nin görüp geçirdiği en büyük kitle hareketiydi, gayet keyifli, neşeli bir yürüyüştü.”
Kaynak: Maden-İş Çalışma Grubunun Hazırladığı Derinden Gelen Kökler kitabı…