12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin üzerinden 39 yıl geçti. Ama darbecilerle ve onları işbaşına çağıran sermaye sınıfıyla davamız kapanmadı. İşçi sınıfının mücadele örgütleri 12 Eylül’ü asla unutmamalı ve unutturmamalı. Çünkü Türkiye işçi sınıfının birliği, 12 Eylül 1980’de yapılan askeri faşist darbeyle parçalanmıştır. Darbe öncesinde işçi sınıfı örgütlü ve güçlüydü. İşçiler sınıf kimliği temelinde birleşmişlerdi; korkmuyor, kendilerini yalnız hissetmiyor ve haklarını almak için asla mücadele etmekten çekinmiyorlardı. En önemlisi, işçi sınıfı patronlar sınıfı karşısında psikolojik üstünlüğü elinde tutuyordu. O zamanın hükümetleri, işçi sınıfının haklarını hedef alan yasaları Meclis’ten geçiremiyorlardı. Çünkü yüz binlerce işçi anında üretimi durdurarak yanıt verebiliyordu.
İşte Kenan Evren liderliğindeki 12 Eylül askeri darbesi, bu durumu tersine çevirdi. 12 Eylül faşist darbesiyle tepeden tırnağa baskıcı bir rejim kuruldu. Anayasa ve yasalar toplumu hareketsiz bırakacak şekilde hazırlandı. Demokratik hak ve özgürlükler ortadan kaldırıldı. Faşist rejim mücadeleci sendikaları kapattı ve işçilerin birliğini parçaladı. Getirilen yasalarla sendikaların örgütlenmesinin önüne büyük engeller koydu, grev yapılmasını neredeyse imkânsız hale getirdi. Çünkü patronlar işçilerin sendikalaşmasını ve grev yapmasını istemiyorlardı. Grev işçilerin üretimden gelen gücünü kullanması ve gücünün farkına varmasıydı. Meselâ 1980 öncesinde DİSK Maden-İş’in öncülüğünde yürütülen grevler sonucunda işçiler önemli haklar kazanmış ve diğer sektörlerdeki işçilere de örnek olmaya başlamışlardı. 12 Eylül sabahında sadece patron örgütü MESS’e bağlı 74 işyerinde 30 binden fazla metal işçisi grevdeydi.
Darbeden sonra, büyük patronlardan Halit Narin, “bugüne kadar işçiler güldü, artık gülme sırası bizde” demekten kendini alamıyordu. 3 Ekimde Kenan Evren’e bir mektup yazan Vehbi Koç, askeri darbenin liderine teşekkür ediyor ve o dönem işçileri birleştirmiş olan DİSK’in ezilmesini istiyordu. Bu sermayedarlara göre işçilerin birliğinin önü kesilmeliydi. Nitekim bu doğrultuda, Darbeden sonra işçi sınıfını bölüp parçalamak için dinsel, mezhepsel ve kültürel kimlikleri daha fazla kışkırtıp öne çıkardılar. Sendikalaşmak, hakkını aramak kötülendi, suçmuş gibi gösterildi. Mücadeleci sendikacılar ve işçiler karalandı, “terörist” muamelesi yapıldı. Böylece eski deneyimli işçi kuşakları geri çekilirken, yeni kuşak işçiler bu yalan ve safsatalarla büyüdü. Zaman içinde hak arama bilinci zayıfladı, diplere vurdu.
Egemen güçler, medyayı da kullanarak öylesine kara propaganda yürüttüler ki, kimi işçiler kendi örgütleri olan sendikalara üye olmaktan korkar hale geldi. “Başınıza bir iş gelir” denerek işçiler korkutulmak, hak arama mücadelesinden uzak tutulmak istendi. İşçi sınıfının birliği zayıfladıkça, iktidar sahiplerinin kara propagandası daha fazla etkili oldu. Meselâ bugünkü siyasi iktidar, yani AKP, yıllardır toplumu yapay temelde kutuplaştırıyor. İnsanların dini inançlarını, kültür ve ahlâk anlayışlarını, başörtüsünü istismar ediyor. Muhalefeti ve muhalif kesimleri vatan haini ilan etmekten geri durmuyor. Yandaş medya, zehir saçan, nefret ve kin kusan bir dil kullanıyor. İnsanlar birbirlerinden nefret etsin, düşünmesin, sorgulamasın, karşı tarafı dinlemesin, anlamasın isteniyor. Böylece aynı tezgâhta çalışan ve birlikte sömürülen işçiler, bu şekilde bölünüp parçalanıyor.
Darbeyle birlikte işçi sınıfının ekonomik ve sosyal kazanımlarına büyük bir darbe vuruldu. 12 Eylül’ün açtığı yoldan giden AKP hükümeti, işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarını daha da ağırlaştırdı. Örgütlü güçlerini kaybeden işçi sınıfı, patronların saldırılarına dur diyemedi. En basitinden; bugün sendikasızlaştırma alıp başını gitmişse, taşeronluk sistemi oturtulmuşsa, güvencesiz ve güvenliksiz çalışma koşulları hâkim kılınmışsa, iş kazaları ve ölümler sıçramalı bir şekilde artmışsa, iş saatleri uzatılmış ve işçi sınıfının alım gücü gerilemişse bütün bunlar için yolu düzleyen 12 Eylül faşizmidir. Emeklilik yaşının iki kez yükseltilmesinin ve emekli aylıklarının düşürülmesinin yolunu açan 12 Eylül faşist darbesidir.
Şimdi 12 Eylül 1980 askeri darbesinin neyi hedeflediğini bir kez daha düşünelim. AKP hükümeti milyonlarca EYT’linin hakkını tanımıyor. Zira işçileri korkulacak, dikkate alınacak bir güç olarak görmüyor. Kutuplaştırma siyasetiyle işçileri bölüp parçaladığını düşünüyor. Şimdiki hedefi ise kıdem tazminatımızı yok etmek. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi işçi sınıfına karşı yapılmıştır ve başta işçi sınıfının öncü güçleri olmak üzere toplum çok acı çekmiştir. 12 Eylül ile hâlâ hesaplaşılmış değildir. İşçi sınıfı bu hesaplaşmayı yapamadığı için sermayenin saldırılarını durduramamıştır. Eğer bu hesaplaşma yapılabilseydi, bugün yeniden totaliter baskıcı bir rejim kolayca işbaşına gelemezdi.
İşçi sınıfı 12 Eylül’ü asla unutmamalı, örgütlenmeli ve günü geldiğinde sermaye sınıfından hesap sormalıdır! Nehirlerin okyanusa akışı durdurulamadığı gibi, işçi sınıfının sömürüye ve hak gasplarına karşı mücadelesi de durdurulamaz. İşçiler, eninde sonunda büyük kitleler halinde hakları için mücadele yolunu seçeceklerdir. Bu mücadelenin başarıya ulaşması için daha çok sayıda işçi geçmişin deneyimlerini öğrenmeli, tarih bilinci edinmeli, örgütlü bir güç haline gelmelidir. İşçi sınıfının yeniden korkusuz hale gelmesinin, işçilerin kendilerini güçlü, haklı ve gururlu hissetmelerinin yolu budur.
Sayılarla 12 Eylül
- 1.683.000 kişi fişlendi.
- 650 bin kişi gözaltına alındı.
- Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
- 7 bin kişi için idam cezası istendi.
- 517 kişiye idam cezası verildi.
- İdam cezası verilenlerden 50’si asıldı. Bunların arasında, Evren’in “asmayalım da besleyelim mi” dediği ve yaşı mahkeme kararıyla büyütülerek asılan 17 yaşındaki gencecik devrimci fidan Erdal Eren de vardı.
- 171 kişinin işkencede öldüğü belgelendi.
- 300 kişi “kuşkulu” bir şekilde öldü.
- 43 kişinin “intihar” ettiği bildirildi.
- 14 kişi açlık grevlerinde öldü
- 16 kişi “kaçarken” vuruldu.
- 95 kişinin “çatışmada” öldüğü söylendi.
- 73 kişiye “doğal ölüm” raporu verildi.
- 71 bin kişi TCK’nın 141-142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
- 98 bin 444 kişi “örgüt üyesi olmak” suçundan yargılandı.
- 388 bin kişiye pasaport verilmedi.
- 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.
- 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
- 23 Bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
- 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı.
- 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
- 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
- Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
- 13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
- 39 dokuz ton gazete ve dergi imha edildi.
- 937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı.