Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da yaşanan deprem “ben buradayım, beni unutmayın” der gibi herkese deprem gerçeğini yeniden hatırlattı. Herkesin aklına 17 Ağustos depremi ve sonrası geldi. On binlerce insanın yaşamını yitirdiği bu deprem sonrasında siyasi iktidar kamu hizmeti götürmek için çaba sarf etmesi gerekirken, işçi ve emekçileri daha fazla mağdur edecek olan emeklilik yaşını bir gece yarısı meclisten geçirmişti. Bugün EYT’li olarak bilinen milyonlarca işçi 1999 depreminde Meclisin çıkarmış olduğu yeni emeklilik yasası nedeniyle mağdur durumdadır.
Kapitalist sistemde her şey kâr odaklı olduğu için patronların ve onların siyasi temsilcilerinin deprem gibi felaket dönemlerinde döktükleri timsah gözyaşlarına değil ellerini nasıl ovuşturduklarına bakmak gerekir. Gerçekleri görmek biz işçiler için önemlidir. Deprem gibi doğal felaketler asıl olarak işçilerin, emekçilerin ölümüne ya da evsiz kalmasına neden oluyor. Gerekli tedbirler alınmadığı için bugün İstanbul’da milyonlarca insan deprem nedeniyle ölüm tehlikesiyle karşı karşıya. Oturulan konutlar, kamu binaları, işyerleri rant mantığıyla inşa edildiği için yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Depreme dayanıklı inşa edilip edilmediğini denetlemek yerine vergi barışı adı altında mesken sahiplerinden para koparmanın derdine düşmüş olan siyasi iktidarın insana ve doğaya önem vermediğini hep birlikte görüyoruz. Son yıllarda yağan yağmurlar sonucu oluşan seller kent merkezlerinde hayatı felç etmektedir. Kentsel dönüşüm adı altında inşaat firmaları ihya edilirken insan yaşamı hiçe sayılarak her yer betonla dolduruldu. Sonra da çıkıp “İstanbul’a çok ihanet ettik” diyebiliyor birileri... Kentsel dönüşümden büyük pay alan inşaat sektörü patronlarından Ali Ağaoğlu “inşaatlarda deniz kumu kullandık” diyebiliyor pervasızca. Bu itiraflar 1999 depreminden sonra toplanan deprem vergilerinin nereye gittiğini ve nasıl kullanıldığını gösteriyor.
Bugün yaşanacak bir depremin daha fazla insanın yaşamına mal olacağı, daha fazla konutun, binanın yıkılacağı gün gibi ortada olmasına rağmen bugüne kadar gerekli tedbirleri almayan devlet yetkilileri utanmadan insanlara yalan söylemeye devam ediyorlar. “Depreme hazırız” diyorlar fakat daha insanların toplanacağı doğru düzgün toplanma alanları bile yok. Toplumda yaratılan yapay kutuplaşma nedeniyle çok sayıda insan deprem gerçeğini olması gerektiği gibi gündemine alamıyor, gerekli önlemlerin alınması için örgütlü hareket etmenin ve iktidar üzerinde basınç oluşturmanın zorunlu olduğunu göremiyor.
Patronlar ve onların siyasi temsilcileri işçilerin, emekçilerin yaşamını değil kendi çıkarlarını düşünüyorlar, depremi bile fırsata çevirmenin derdine düşüyorlar. İnsanlar ölmüş, konutlar yıkılmış onların hiç de umurlarında değil. Önemli olan burjuva düzenin devam etmesi ve yeni yatırım alanlarının oluşmasıdır. Bu durum insana şunu düşündürüyor: Gerekli tedbirler alınmadığı için insanların ölümüne neden olan deprem değil, gözünü kâr hırsı bürümüş sermaye sınıfıdır, yani kapitalizmdir. İnsan yaşamını hiçe sayan, her şeyi para olarak gören kapitalist sistem yıkılmadığı, insanların eşitlik ve barış içinde, doğa ile barışık yaşadığı bir toplumsal yapı var edilmediği müddetçe kapitalizm öldürmeye devam edecektir.