İtibardan tasarruf olur mu, olmaz mı? Basına yansıyan bir örneği paylaşarak bu soruya değinmek istiyorum. Haber şu şekildeydi: Hak-İş Genel Başkan Yardımcısı ve Özçelik-İş Sendikası Başkanı Yunus Değirmenci, “normal değeri 1,8 milyon olan arabayı kampanyayla 1,3 MİLYONA ALDIM” demiş. Aynı zamanda “maaşının 50 bin lira olmadığını, 30-50 bin lira arasında olduğunu” söylemiş. Değirmenci’nin hâlihazırda Audi A6 model otomobili varmış. Ancak arabanın sürekli arıza yapması ve Değirmenci’nin sendikanın menfaatlerini düşünmesi nedeniyle BMW 7.40 DRİVE almasının daha faydalı olduğu kanaatine varmış! İşçilerin aldıkları maaş ile nasıl geçindiklerini bir saniye bile düşünmeyen bu “sendikacı” müsveddeleri, gösteriş ve ihtişam peşinde koşuyorlar. İşçilerin nefesini enselerinde hissetmediklerinden olsa gerek bu aymazlıkları! Örgütsüz ve dağınık haldeki işçilerin basıncından uzak kalan bu beyzadelerin yaptıkları ne ilk ne de son aslında. Hafızamızı biraz zorlarsak buna benzer örnekleri hatırlamak zor olmayacak.
Daha önce de Memur-Sen’e bağlı Sağlık-Sen Genel Başkanı Semih Dursun’un piyasa değeri yaklaşık 800 bin lira olan Audi A6 model otomobil aldığı basına yansımıştı. Yine Türk-İş eski genel başkanı Salih Kılıç’ın her ay sendikadan 5 bin lira danışmanlık ücreti aldığı ortaya çıkmıştı. Yol-İş Sendikasında bir dönem yolsuzluk soruşturması yapılmış ve yönetimi kaybeden Fikret Barın’ın 17 yıl boyunca, 365 gün şehir dışındaymış gibi harcırah aldığı ortaya çıkmıştı. Türk-Metal Sendikasının 30 yıldan fazla genel başkanlığını yapmış olan Mustafa Özbek’in televizyon kanalı, otelleri, gaz dolum tesislerinin yanı sıra onlarca gayrimenkule sahip olduğu biliniyor. Genel Maden-İş genel başkanlığını ve Türk-İş genel sekreterliğini yapmış olan Şemsi Denizer Jaguar marka araç almış, “Jaguar Şemsi” diye hafızalara kazınmıştı. Yine Çimse-İş genel başkanlığını yapmış olan Tamer Eralan’ın Miami’de evi olduğu ortaya çıkmıştı.
Maalesef bu örnekler çoğaltılabilir. Acı ama gerçek olan bu örnekler, işçi sınıfının mücadele örgütü olması gereken sendikaları karalamak için verilmiyor elbette. Yeri geldiğinde büyük büyük laflar eden, işçilere tepeden bakan, “sendikanın menfaatleri” gereği diyerek lüks ve ihtişam içinde yaşayan bu bürokratlar işçilerin emeği üzerinden sefahat sürüyorlar. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düşüncesiyle patronlarla işbirliği yapan bu bürokratlar günlerini gün ediyorlar. Hem de bunu işçilerden kesilen sendika aidatlarıyla yapıyorlar. İşte sorun budur. İşçiler örgütsüz olduklarında, taban örgütlülüklerinden yoksun kaldıklarında sendikalarını denetleyemezler. Sendika yönetimine seçilen kişiler zamanla bürokratlaştığında, işçiler sendikalarının kapısını çalıp ceketinin önünü ilikleyerek içeri girmek zorunda kalırlar. Sendikalarına yabancılaşır, mücadele etmekten geri durur, kimseye güvenemez hale gelirler. Oysa geçmişimiz yüzü sınıfa dönük mücadeleci sendikacıların ve örgütlü işçi sınıfının nice başarılı deneyimleriyle doludur. Mücadeleci işçiler için bu deneyimleri kendisine kılavuz edinmek, deneyimleri genç işçi kuşaklarıyla buluşturarak mücadeleyi büyütmek en önemli görevlerden biridir.