
İşçi sınıfı, çok büyük, köklü ve anlamlı bir bütünü ifade eder. Fakat işçi sınıfının birlik olmasından ödü patlayan patronlar sınıfı, işçi sınıfını bölüp parçalamak için yüzyıllardır türlü oyunlar çeviriyor. İşçi sınıfının tek bir yumruk olmasının önüne geçmek için elinden geleni yapıyor. Sermaye sınıfı, bizi korkutup sindirmeye, işsizlik kırbacıyla bizi pasifleştirmeye, susturmaya çalışıyor. Bunu tersine çevirecek olan işçi sınıfının örgütlü ve bilinçli mücadelesidir. Çünkü işçi sınıfı ancak örgütlü olduğunda patronlar sınıfı karşısında kazanım elde edebilmiştir.
İşçi sınıfının tarihine dönüp baktığımızda geleceğimize de ışık tutmuş oluruz. Sınıfımızın geçmişi bize gösteriyor ki mücadele tarihimiz ne hep kazanımlardan ne de hep kayıplardan ibarettir. Kim daha örgütlü ve bilinçli olmuşsa o sınıf kazanmıştır. Fakat yenilgiler de deneyimdir ve işçi sınıfı için öğreticidir. Bu yüzden yenilgilerimizi umutsuzlukla karşılamamalı, gücümüzü toplayacağımız bir deneyim olarak görmeliyiz.
Türkiye işçi sınıfı 1980 öncesinde patronlar sınıfı karşısında daha örgütlü bir güçtü. Haklarına sahip çıkmak için mücadeleyi büyütüyor, patronlar sınıfının saldırılarına birlikte cevap veriyordu. Bu nedenle işçiler bir sınıf olmanın ve sınıfına sahip çıkmanın haklı gururunu yaşıyordu. Şimdilerde ise patronaların eli ceplerimizden hiç çıkmıyor. Krizin bedeli sırtımıza yükleniyor, sosyal ve ekonomik haklarımız günden düne tırpanlanıyor. Yaşam koşullarımız kötüleşiyor.
Geçenlerde sendikalı bir abimin evine ziyarete gittim. Çocuklarının okul masraflarını bile destek alarak karşılayabildiğini anlattı. Sohbetimiz MESS ile olan toplu sözleşme sürecine ilerledi. “Taslaklar hazırlandı ama olacak iş değil, olmayacak duaya âmin diyoruz” deyince, neden böyle düşündüğünü sordum. “Kriz var sonuçta, patronlar da kendilerini düşünmek zorunda. Hem işsiz kalmaktansa düşük zamma kanaat getirmek lazım” dedi. Ben de patronların kâr yaptığı dönemlerde kârlarından pay alıp almadığımızı sordum. Eğer ailesinden destek almasaydı patronun çocuklarının okul masraflarını karşılayıp karşılamayacağını sordum. Cevabı o da ben de çok iyi biliyorduk. Sizler de gayet iyi biliyorsunuz. İşçi sınıfının geçmiş kazanımları, bizden önceki işçi kuşaklarının bize bıraktığı mücadele tarihi üzerine uzun uzun sohbet ettikten sonra “elbette patronları değil kendi çocuklarımı, kendi sınıfımın insanlarını düşüneceğim” diyerek cevap verdi.
Bu güzel sohbetin ardından yenge de söze girdi. “İyi de, sen sendikalı değilsin ki, neden bunlara kafa yoruyorsun?” diye bir soru sordu. Ben de MESS’de örgütlü olan patronların metal işçilerini iliğine kadar sömürmek için krizi bahane ettiğini, yapılacak olan toplu iş sözleşmesinin bütün metal işçilerini, Türkiye işçi sınıfını, hatta doğmamış çocuklarımızı bile ilgilendirdiğini anlattım. “Asgari ücretle geçinen milyonlarca işçinin 2020 yılındaki taban ücreti için bu sözleşmeye bakılacak. Bu yüzden MESS Grup Toplu İş Sözleşmesinin sonuçları yalnızca sendikalı işçilerin değil bütün işçi sınıfının sofrasındaki ekmeği ya arttıracak ya da azaltacak. Yani mesele olmayacak duaya âmin demek değil, ortak mücadelemizi sahiplenmek, büyütmek” dedim.
İşçi sınıfı örgütlü olduğunda kazanmıştır ve kazanmaya devam edecektir. Çünkü gücümüzü haklılığımızdan alırız ve onlar ekmeğimizi çalıyorsa biz haklıyız. Patronlar sınıfı ellerini ceplerimizden çekmiyor. Eee, biz ne yapalım? Eli kolu bağlı oturalım mı? Yoksa geçmişin deneyimlerinden faydalanarak, onun mücadelesi bunun mücadelesi demeden bizim mücadelemiz diyerek el ele verip hep birlikte mi kazanalım?