
Ekonomik krizi yaratanlar, krizin yükünü her ülkede emekçilerin sırtına yıkmak istiyor. Krizin olumsuz etkilerinden biri ise işsizlik. İşsizlik oranları resmi rakamlarda bile yüzde on beşlere ulaşıyorken gerçek işsizlik oranının daha da yükseldiğini tahmin etmek zor değil. Bu durum genç nüfusun işsizlik oranına daha çarpıcı biçimde yansıyor; genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 27,1 deniyor.
Ben, bir şirketin taşeronluğunu yapan bir araştırma şirketinde çalışıyorum. Sahada çalıştığım için birçok kişiyle tanışıyor ve konuşuyorum. Geçtiğimiz aylarda tanıştığım bir market müdürü genç işçi abimize geçen gün sahada rastladım. Aramızdaki sohbet bana yukarıda anlattıklarımı bir kez daha düşündürdü. Abimiz mağazadan üç ay önce ayrıldığını ve iş aradığını söyledi. Ben de hani “millet iş beğenmiyor” diyorlar ya, işte o yalanı düşünmeye başladım. Bahsi geçen insan sömürünün yoğun olduğu bir sektörde yıllarca çalışmış. Çok zor sınavlardan geçmiş, bir markette hem işçilik hem de müdürlük yapmış. Madem bunca çileyi göğüsledi her yerde iş bulması lazım değil miydi? Ama hayır, bahsettiğim kişi üç aydır kirasını ödeyememiş. Bana “karım çalışmazsa halimiz duman” demişti. Birçok bankaya borçlu olan abimin canı çok sıkkındı gerçekten. Her gördüğümde yüzünde gülücük eksik olmayan, selam verdiğimde elimi mertçe sıkan abimiz sanki hayat damarları kopmuş, çok cansız ve küçülmüş gibiydi. Onu böyle görünce sistemin hepimizi ne kadar yıprattığını bir kez daha anladım.
Peki, hep böyle mi olmalı bu hayat? Yani birileri krizleri yaratıp, insanların hayatlarını çıkışsızlığa mı sürükleyecek her zaman? Böyle olmaması gerektiği bence her insanın söyleyeceği ve istediği bir şey. Yalnız her güzel şeyin bir de inşa süreci var değil mi? Ancak bir kişinin bir yapıyı tek başına yapma, sorunları çözme gücü oldukça sınırlı. Bu yüzden ortak sorunlarımız için, ortak mücadeleye. Birlikte daha güzel yarınlar inşa etmek için tüm işçi sınıfı olarak işbaşına geçmeli ve hünerli ellerimizi sömürücü asalakların çürümüş düzenlerini yıkmak için birleştirmeliyiz.