İnsanlar çocuklarının başlarına kötü bir şey gelmesin isterler. Bunun için canla başla çalışır, çocuklarını olası tehlikelere karşı korumanın yollarını ararlar. Elbette böyle davranmaları son derece anlaşılır bir durumdur. Mevzubahis yaşamlarını anlamlandıran, türlü çile ve zahmetlerle büyüttükleri, deyim yerindeyse gözlerinin nuru biricik yavrularıdır çünkü. Hâl böyle olunca da, insanlar kendi çocuğunun ayağına taş değmesin isterler. Ve bundan dolayı da yemeyip yedirmekte, giymeyip giydirmekte, onları pamuklara sarıp sarmalamakta bir beis görmezler. Böyle yaparak çocuklarını koruduklarına inanırlar. Peki, emekçilerimizin, işçilerimizin, toplumumuzun kafasına koca koca taşlar, hatta kayalar düşerken, çocuklarımızın ayağına nasıl taş değmeyecek?
Mevzu tek tek kişiler olarak, çocuklarımızın başına gelmesinden korktuğumuz şeylerin çok ötesindedir. Çok daha derinlerdedir. Senin çocuğunun başına bir şey gelmemesi için, başkasının çocuğunun başına da “o şeyin” gelmemesi gerekiyor. Ama kapitalist sistemin hâkim olduğu dünyamızda bunun hiçbir garantisi yok. Şöyle düşünelim, en değerli varlığımız saydığımız çocuklarımız için, uzun iş saatlerine, sonu gelmeyen mesailere katlanırız. Ne için? Bir nebze de olsa ücretimizi arttırabilmek ve çocuklarımızın isteklerini yerine getirebilmek için. Gözleri bir şeyde kalmasın diyerek elimizden geldiğince imkân yaratmak, yaşam standartlarını biraz olsun iyileştirebilmek için. İyi bir eğitim alsınlar diye gönderdiğimiz kursların ücretlerini ödeyebilmek için. Anne baba olmak kolay bir iş değildir. Kirada zorluk çekmesinler, başlarını sokacak bir evleri olsun diye, uzun vadeli krediler çeker, ömrümüz yettiğince öderiz. Çünkü bu dünyadan göçüp gittiğimizde arkamızda bırakacağımız evlatlarımızın bir dayanağı olmalı diye düşünürüz.
Peki, bunlar yeter mi? Yetmez! Çünkü mesela çocuklarımızın karşısına adaletsiz bir eğitim ve sınav sistemi çıkarılır. Yüz binlerce gencin elendiği sınav sistemleri varken çocuğumuzu kursa göndermemiz tek başına neyi çözer? Sonra karşılarına iş bulma sorunu çıkar. 7 milyon işsizin olduğu bir ülkede kendi çocuğumuzun üniversite bitirmiş olması iş garantisi anlamına gelir mi? Mesela satın aldığımız evleri üreten inşaat firmalarının bir deprem durumunda on binlerce binanın yıkılacağını açıkladığı bu memlekette çocuğumuza bir ev bırakmış olmak içimizi ne kadar rahatlatır?
İşte bu nedenle içinde yaşadığımız dünyanın gerçeklerini kavramak ve çocuklarımıza kavratmak önceliğimiz olmalıdır. Çünkü ömrünü fabrikalarda, işyerlerinde çalışarak geçirmiş işçi ve emekçiler, gelecek işçi kuşaklarını yetiştiriyorlar. Kabul edelim ki, içinde yaşadığımız kapitalist sistem için hiçbirimizin çocuğu özel ya da önemli değildir. Sermaye sahiplerinin tek derdi kârlarını arttırmaktır. Bu uğurda, mesela çalışma koşullarını, eğitim, sağlık, emeklilik sistemini ne hale getirdikleri ortadadır. Ücretleri nasıl aşağı çektikleri, yoksulluğu nasıl derinleştirdikleri, hayat pahalılığını nasıl arttırdıkları, işçi sağlığı ve güvenliğini ne hâle getirdikleri, gençleri nasıl geleceksizleştirdikleri ortadadır. Daha güzel bir gelecekleri olsun diye ömrümüzü tükettiğimiz çocuklarımızın geleceği egemenlerin iki dudağı arasındadır. Yani kaderleri muktedirlerin elindedir.
Yaşanan sorunlar sadece tek tek bireyleri değil, içinde yaşadığımız toplumun genelini ilgilendiriyor. O halde çözümü de toplumsal olmak zorundadır. Çünkü bu düzenden ve düzenin yarattığı sorunlardan, acılardan, çelişkilerden birey olarak bir kurtuluş yolu bulmak mümkün değil! Eğer çocuklarımız için daha güzel bir gelecek düşlüyorsak, onlara mücadele etmeyi, haklarını aramayı, bunun için de örgütlü olmayı öğretelim, bu bilinci miras bırakalım. Sınıfını bilen, doğru safta yer alan nesiller yetiştirelim. Çocuklarımıza mücadele deneyimlerimizi aktararak onların da geleceğe emin adımlarla yürümesini sağlayalım. Dayanışma TV’de yer alan bir videoda emeklilik hakkı için mücadele eden bir EYT’li şöyle diyor: “Bu derneği çocuğuma miras bırakacağım, gözüm arkada gitmeyeceğim.” Çocuklarımızı ve geleceğimizi düşünüyorsak saçımızı süpürge etmeyi değil, mücadelenin haklı ve onurlu yollarında, onlarla birlikte yürümeyi amaçlamalıyız. Mücadele örgütlerimizi güçlendirmeliyiz. Çocuklarımıza bırakacağımız en büyük miras bu olacaktır.