
Savaşlar, çıkarlar, iktidar, rekabet… Hangimiz bu kelimelerden haberdar doğdu? Peki ya hangimiz bu kelimeleri isteyerek öğrendi? Hiçbirimiz. Öyle değil mi?
İnsan canının, Türk lirasından bile değersiz olduğu şu dönemde ne yazıktır ki çıkarlar için katledilen insan sayısı gün geçtikçe artmakta. Bunun bilincinde olmak için çok uzaklara gitmemize gerek yok. Ülkemizde egemenlerin çıkarları uğruna hayatlarının baharında intihara sürüklenen, en iyi ihtimalle psikolojisi bozulan gençlerimize ve akabinde ailelerine bakmamız yeterli olacaktır. Egemenler toplumu çaresizlik içine sıkıştırmak için yapmadığını bırakmıyor.
Gelecek kaygısı ve iş bulamadığı için intihara sürüklenen nice üniversiteli genç… Geçim sıkıntısı, ailesine bakamadığı için kendini ateşe verip hayatına son veren emekçiler… Birilerinin çıkarları uğruna kurban edilen sayısız asker… Kimisine intihar, kimisine şehit denilip bazı şeylerin üstü kapatılmak istendi ama amaç aynıydı. Bu kısır döngüyü kabullenmemiz, kader deyip alışmamız isteniyor.
Hangi pencereden bakarsak bakalım elbette ölüm o insanların kaderi değil, fakat kapitalizm bize bu düşünceyi öylesine sistematik bir şekilde empoze ediyor ki yitip giden her canın ardından sanki “yapabilecek hiçbir şeyimiz yok” düşüncesine kapılıyoruz. Oysa yapabilecek çok şeyimiz var… Kapitalizmin bizi çaresizlik girdabına sürüklemesine, bizi hipnoz etmesine izin vermeyelim. Büyürken bize nakış nakış işlenen bu çaresizlik, duyarsızlık duygusundan kurtulalım, büyük resmi görelim.
Mutluluğumuzu ve umudumuzu tüketmeye çalışanlara karşı daha bilinçli bir şekilde birlik olup bazı şeylerin emeklerimiz sonucu değişebileceğini görürsek, gücü elinde bulunduran bu sisteme, gücün kendisi olan biz emekçiler bir son verebiliriz. Çaresiz değil, çare bizim örgütlü mücadelemizidir.