
Türkiye’de koronavirüsün tespit edilmesinin üzerinden iki haftadan fazlaca bir zaman geçti. Bu süre zarfında, televizyon ekranlarından sürecin açık ve şeffaf bir şekilde yürütüldüğü, tüm bilgilendirmelerin yapıldığı, önlemlerin alındığı ileri sürüldü. Virüsün yayılmasını durdurmak için, “elinizi sık sık yıkayın”, “evinizde kalın” çağrıları yapıldı, yapılmaya da devam ediyor. Hatta Sağlık Bakanı tarafından “Hayat Eve Sığar” sloganıyla kampanya başlatılarak, insanlara kendilerini izole etmeleri, zorunda kalmadıkça dışarı çıkmamaları, kalabalıktan uzak durmaları öğütlendi. “Herkes kendi OHAL’ini ilân etsin” denilerek milyonlarca insan evlerine kapatıldı. Pek çok ülkede çoktan ilân edilen OHAL ile görüyoruz ki, dünya emekçileri aynı anda, aynı sorunlarla karşı karşıya geliyorlar. Ama yaratılan korku ve panik havası nedeniyle tek tek göğüs geriyorlar zorluklara. Televizyon ekranlarından “dışarıda ölümün kol gezdiği” bangır bangır yayınlanırken, insanlar hayatlarını eve sığdırmaya çalışıyorlar. Peki, “hayat eve sığar” mı gerçekten?
Bu soruyu yanıtlamadan önce, kimlerin hayatını, hangi evlere sığdırdığına bakmamız gerek. Milyonlarca işçi ve emekçi yoksulluk içinde bir yaşam mücadelesi veriyor. Sabahtan akşama dek durmaksızın çalışıyor, üretiyor. İş güvenliği önlemlerinin alınmadığı koşullarda, türlü tehlikelerle iç içe alın teri döküyor. Kirli yemekhaneler, sağlıksız yemekler, uzun ve yorucu çalışma saatleri işçilerin her gün yaşadığı gerçeklerden sadece bir kaçı. Bunca çalışmaya karşılık olarak aldığımız ücretler ay sonunu dahi getirmeye yetmiyor. Ev kiraları, hayat pahalılığı, geçim derdi işçileri evlerinden çıkıp fazla mesaiye kalmaya zorluyor. Günlük çalışma süresinin üzerine eklenen fazla mesailerle ancak geliyor ayın sonu çünkü. Yani işçilerin hayatı aileleriyle birlikte evlerinde değil, fabrikalarda patronlar için üretirken tükeniyor.
Şimdilerde “hayat eve sığar” diyerek insanları eve kapanmaya yönelten egemenler, bu gerçekliği bilmiyorlar mı? Biliyorlar. Zaten baskıcı ve yasakçı zihniyetleriyle hayatı durduran “tedbirlerini” alırken, “üretimin ve ihracatın devamı en önemli önceliğimizdir” demişlerdi. Açıkladıkları 100 milyon liralık paketle de patronların imdadına yetişmişlerdi. İşten çıkarma, üretime ara verme, ücretsiz izin, yıllık izinlere el konulması, esnek çalışma gibi saldırılarla gemi azıya alan sermaye sınıfının daha da sertleşeceği gün gibi aşikâr. Esasen krizle sarsılan sömürü sistemlerini ayakta tutmaya çalışan kapitalistler, çareyi koronavirüse sarılmakta buldular. İşçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarında ortaya çıkan tablo sanki bugün ortaya çıkmış gibi bir algı yarattılar. Suçu da koronavirüse attılar. Sanki koronavirüs olmasaydı bu hak gaspları hiç olmayacaktı. Kapitalist sömürü sistemi güllük gülistanlık ilerliyordu da, işleri koronavirüs bozdu sanki.
İktidar ise işsiz ve çaresiz bırakılan milyonlarca emekçi karşısında kendisini aklamaya çalışıyor. Korkutup paniğe sürükledikleri insanları çok düşünüyormuş gibi, evlerinde kalmaya, hayatın eve sığacağına inandırmaya çalışıyor. Yoksul kitlelerin tepki göstermesine bile fırsat vermeden korku ve panik atmosferini hâkim kıldılar. Ama bakanlıkların sosyal medya hesaplarından, ünlü isimlerin yalılarda, villalarda, havuz başında, denize sıfır lüks evlerinde çekip paylaştıkları fotoğrafları yayınlamaktan da geri durmadılar. “Bakın, ünlülerimiz hayatlarını eve sığdırıyorlar. Siz de evde kalın” diyorlar. İktidarın sesi olan medya da bu fotoğraflara bolca yer veriyor. Ama nereye kadar? İnşaat şantiyelerinde, makine başlarında, pazar tezgâhlarında işçiler, emekçiler tepkilerini dile getiriyorlar. Geçimini sağlamak için çalışmak zorunda olan işçiler, işten atılmakla, ücret kesintisiyle, kirasını, borçlarını, faturalarını ödeyememekle karşı karşıyayken nasıl evde kalacak? Hayatlarını nasıl eve sığdıracaklar?
Gerçeklik ortadayken, bu korku ve panik atmosferini dağıtacak olan yegâne şey, işçi sınıfının örgütlülüğünü güçlendirmektir. Şimdi ne çocuklarımızın “evde kal Türkiye” sloganını atarken videosunu çekme zamanı ne de “hayat eve sığar” kampanyasına destek olma zamanı. Şimdi yalnızca kendi sloganlarımızı yükseltmek zorundayız. Şimdi çocuklarımızla, eşlerimizle, işçi kardeşlerimizle omuz omuza sesimizi birleştirmek zorundayız. İşten atmalar yasaklansın! Tüm izinler ücretli izinlere dönüştürülsün! Yıllık izinlerin gasp edilmesine hayır! İşçi sağlığı ve güvenliği önlemleri tüm işyerlerinde derhal ve eksiksiz alınsın! İşçilerin elektrik, su, doğalgaz faturaları ile kredi borçları dondurulsun!