
Malum koronavirüs salgını hayatımızın her alanını sarmış durumda. Bu virüsün fiziksel açıdan vereceği zarardan ziyade psikolojik ve ideolojik açıdan zararlarına, saldırılar ve hak gaspları için bahane edilmesine dikkat etmeliyiz. Patronlar sınıfının ve onların temsilcisi olan siyasetçilerin bu virüsü nasıl kullandıklarına, işçileri, emekçileri nasıl körleştirdiklerine yaşamımızın her alanında şahit oluyoruz. İşçilerin mücadele örgütü UİD-DER sınıfsal tutumuzun ne olması gerektiği konusunda bizlere yol gösteriyor. Web sitesinde yer alan, pek çok sektörden işçinin, öğrencilerin, işsizlerin yazdığı mektuplar ise çalıştığımız işyerlerinde arkadaşlarımıza vereceğimiz örnekleri zenginleştiriyor. Düzen güçleri, “Hayat Eve Sığar” kampanyalarıyla işçileri, emekçileri sorunlarıyla baş başa bırakıp evlerine hapsederek seslerini kısmaya çalışsa da UİD-DER bir kez daha bu sınırları aşıyor. Sorunların ortak olduğunu ve çözüm için yolu gösteriyor.
Ben de metal sektöründe çalışan beyaz yakalı bir işçi olarak tanık olduğum olayları sizlerle paylaşmak istedim. Covid-19 salgınının Türkiye’de tespit edildiğinin duyurulması ve yaratılan panikle birlikte işyeri yönetimi “teyakkuza” geçti. Önce ortak kullanılan alanlara dezenfektanlar konuldu. Sonra tuvaletlerin temizliğinin sıklaştırılması ile devam ettiler işe, sanki her daim temizlik lazım değilmiş gibi… Tabi “sık sık ellerinizi yıkayın” uyarılarını atlamamak lazım. “Tokalaşmak yasak” dediler. Sonra yemekhanede çeşitli düzenlemeler yaptılar; salata bar kapatılıp tek kişilik tabaklar hazırlandı, çatal-kaşıklar paketlere kondu… Daha önce neden yapmıyorlardı acaba, gereksiz miydi? O da yetmedi masalar birbirlerinden uzaklaştırıldı, “bir masaya en fazla iki kişi çapraz oturabilir” dendi. Kronik hastalığı olanları, yaşlı olanları evlerine gönderdiler (şimdilik idari izinliler, sonrasında ne olacağı belli değil). Bu önlemler olağanüstü olarak gösterilen virüs salgını karşısında makul görünüyor. Ancak önlem adı altında yapılanlar durmadı bir türlü. Beyaz yaka çalışanların büyük kısmını evlerine gönderdiler, “siz evden çalışın, ne kadar az kişi, o kadar az risk” dediler. Ne kadar çok işçileri düşünür oldular değil mi?! Eve gönderdikleri biz işçilerin yemek ücretleri yanlarına kâr kalırken, bizlerin artan elektrik, su ve doğalgaz faturaları ise onların zerre kadar umurlarında değil. Bu arada çalıştığım işyerinde beyaz yakalı işçilerin zamları Mart ayında belirlenir, geldik Mart sonuna ses seda yok yöneticilerden. (Ne kadar art niyetliyim değil mi, dünya korona virüsle boğuşurken ben hâlâ zam düşünüyorum!)
Neyse devam edelim “korona önlemlerine”… Sağlık Bakanının ve diğer devlet yöneticilerinin günlük açıkladıkları boş “önlem” paketleri gibi bizim işyeri yönetiminin de açıklamaları bitmiyor! Evlerine gönderdikleri temizlik işçilerinin açığını çay ocağına bakan abimizi temizlik hizmetine vererek kapattılar (3 kişi yerine 1 kişi). “Çay ocağı hizmeti self-servis hizmetine dönmüştür” dendi. (Hijyen konusunda biraz açık var ama o kadarını da görmeyiverin!) En son Cuma günü devreye sokulan “önlem” ise sinirlerimizi iyice gerdi. “Covid-19 sebebiyle yemekhane kapatılıp, ekmek arasına geçilecektir” dendi. Ama haklarını yememek lazım yanında yoğurt, ayran ve meyve de veriyorlar. Ne yaman çelişkidir ki, yemekhanede bir masanın çok kişi tarafından kullanıldığı gerekçesiyle (fazla sirkülasyon oluyormuş!) hijyen olmadığını iddia eden yönetim, işçileri plastik kokusunun, kimyasal maddelerin, tozun, pisliğin içinde yani üretimin içinde kuru ekmeğe mahkum etti. Doğru düzgün oturacak yer olmayan üretimde işçiler, mecburen uygun gördükleri alanlarda gruplar halinde karınlarını doyurmaya çalıştılar. Duruma tepki gösteren işçiler Türk Metal temsilcilerine şikâyette bulundular: “Böyle karnımızı doyuramıyoruz, daha çok hastalanacağız” dediler. Temsilciler, işçilerin tepkilerini yatıştırmak için durumu yönetimle tekrar görüşeceklerini söylediler. İşçilerin itirazı ve basıncı sonucu, neyse ki yönetim geri adım atarak sıcak yemeğe döndü.
Bu da gösteriyor ki, işyerinde örgütlü olan Türk Metal yöneticilerinin, işçilerden basınç gelmedikçe kıllarını kıpırdatmayacakları ayan beyan ortadadır. Durumun ne olacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Şurası çok açık ki biz birleşip “önlem” adı altında girişilen hak gasplarına itiraz etmedikçe, yıllar içerisinde kazanılmış olan haklarımıza bir bir el konulacak. Hem de “sizi ve ailenizi düşünüyoruz” diyerek, gözlerimizin içine baka baka, pişkince yapacaklar bunu! İşte önümüzde bir sürü mücadele konusu. Ya saldırılara hayır diyeceğiz ya da yine hayır diyeceğiz. Yok başka seçeneğimiz!