
Son günlerde gündemde olan tek bir konu var, o da koronavirüs. Belli ki bu virüs daha uzun süre gündemde olmaya devam edecek. Hal böyle olunca fabrikalarda, işyerlerinde, evlerde sadece bu konu konuşuluyor. Toplumun büyük bir çoğunluğu adeta hipnotize olmuşçasına her akşam Sağlık Bakanının yaptığı açıklamaya kilitleniyor, açıklanan artan vaka ve ölüm sayılarıyla panik ve korku körükleniyor, toplum her geçen gün kör bir kuyunun içine itiliveriyor.
Kent merkezlerindeki, otoyollardaki, organize sanayi bölgelerindeki billboardlarda, sosyal medyada, telefonlarımızın sol üst köşesindeki yazılarda sürekli olarak “evde kal”, “evde hayat var”, “hayat eve sığar” çağrısı yapılıyor. İşçilerin ücretli izin talebi karşısında üç maymunu oynayanlar bu propagandayı köpürttükçe köpürtüyor. Hatta bazıları bu propagandanın bir hayli etkisinde kalmış olacak ki işi bir adım daha ileri taşıyıp sokağa çıkanı “vatan haini” ilan edebiliyor. Oysa gerçeklik gün gibi ortada. İşçilerin, emekçilerin geçim dedi dört duvara sığmıyor. Televizyon kanallarında, haber bültenlerinde “uzmanlar” virüsten korunmak için alınması gereken önlemleri açıklıyorlar. Bu kapsamda bazı fabrikalar ve işyerlerinde göstermelik önlemler alınıyor ya da buna bile gerek duyulmuyor.
Ben de metal sektöründe çalışan bir işçiyim. Koronavirüsün Türkiye’de görülmesiyle beraber çalıştığım fabrikada bir toplantı yapıldı ve bu salgının ciddiyeti anlatıldı, bizlere bu konuda dikkatli olmamız gerektiği konusunda uyarılar yapıldı. Bazı noktalara dezenfektanlar konulduğunu, ellerimizi sık sık yıkamamız gerektiği ve arkadaşlarımızla özellikle mola saatlerinde mümkün olduğunca uzak mesafede durmamız gerektiği anlatıldı. Oysa çalışma esnasında yanımızdaki arkadaşımızla aramızda yarım metrelik bile bir mesafe söz konusu değildi. Toplantının sonunda özellikle kişisel hijyene dikkat edin uyarısı yapıldı. Arkadaşlarımızla göz göze geldik ve hepimizin gözlerinden okunan tek bir şey vardı: “Bu anlatılanlar koca bir ikiyüzlülükten ibaret”.
Fabrikanın çalışma düzeni vardiyalarla ilerliyor. Onun haricinde de 12 saatlik “zorunlu” fazla mesai uygulanıyor. Zorunlu çünkü mesaiye kalmak istemezsen gecenin köründe çıkıp gitme şansın yok, servis bulunmuyor. Tüm bu tempoya ve yoğunluğa rağmen sadece gündüz vardiyalarında yemekhane personeli bulunuyor o da sadece iki saatliğine. Yemeklerin dağıtımını yapıyor ve hızlıca etrafı toparlıyor. Yani bir temizlik yapılmıyor. Yemek yediğimiz tabakları, kaşıkları, çatalları yıkamak için bulaşık deterjanı bulunmuyor. Fi tarihinden kalma bulaşık deterjanımız üstüne bolca miktarda su boca edilerek çoğaltılmış ve artık deterjan olma vasfını yitirmiş durumda. Her fabrikada tekstil atölyelerinden alınan bol miktarda parça kumaşlar vardır. Onlarla üretimde makinenin yağı silinir, üretim alanının temizliği yapılır. Ancak bizim fabrikada bu bezlerin kullanım alanı biraz geniş. Nasıl mı? Mutfakta yıkanmış bulaşıkların altına sermek ve kurulamak için de kullanılıyor bu bezler.
Yapılan toplantıda bize sık sık hijyenden bahsedenlere biz de arkadaşlarımızla hep birlikte yemekhanedeki rezaleti anlatıp, “hangi hijyenden bahsediyorsunuz?” diye sorduk haklı olarak. Hep beraber soruları peş peşe sorunca kem küm ettiler, çareyi konuyu hızlıca kapatıp bizden uzaklaşmakta buldular. Konuyu o gün geçiştirdiler ama bizim sorunlarımız hâlâ olduğu yerde duruyordu. Birkaç gün sonra yemek saati geldi ve yemekhanenin yolunu tuttuk. Ancak bizden önce karnı acıkıp gelenler vardı. Tezgâhın üstünde karnını doyurmaya çalışan, bizi görünce gözlerini bize dikip “eyvah yakalandım” der gibi bakan, göz göze geldiğimiz ve belli ki uzun bir süredir yemeğimizi paylaştığımız fareler. Tabi farenin çevikliği, bizim şaşkınlığımız, çığlıklar derken herkes birkaç dakikalık şoka girmişti. Hızlıca yemekhaneden çıktık ve “biz bu yemeği yemeğiz, hijyenden bahsediyorsunuz, hijyen kurallarına uymazsak koronaya yakalanma riskimizden bahsediyorsunuz, buyurun durum ortada, siz yiyin” dedik. Bu şartlarda yemek yemeyeceğimizi, aç karna da mesaiye kalmayacağımızı söyledik.
Yemekhanedeki fare olayı bizim için artık bardağı taşıran son damlaydı. Bu yaşananlar sonucunda “sizlerin sağlığını düşünüyoruz” diyenlerin maskesi düşmüş oldu. Hep birlikte verdiğimiz tepki karşısında fabrika yönetimi işçi sağlığı ve güvenliği konusu olan hijyen konusunu hızlıca çözmek ve yemekhanenin iyileştirilmesi için harekete geçmek zorunda kaldı. Çalıştığımız fabrika sendikalı bir işyeri değil. Ancak daha önce de pek çok sorunla karşı karşıya geldik ve bu sorunları arkadaşlarımızla ortak kararlar alıp birlikte hareket ederek, bazı eylemler yaparak çözdük. Çünkü biliyorduk ki sorunlarımız ortak ve bu sorunları da ancak bir arada olursak çözebiliriz. Geçmişte de günümüzde de teşvikler, önlemler sadece sermaye sahiplerini korumak için hayata geçiriliyor. İşçilerin payına ise işten atmalar, ücretsiz izinler, iş güvenliği önlemlerinin ihmal edilmesi düşüyor. Krizin faturasını işçilere ödetmek istiyorlar. Hak gasplarına ve yeni saldırılara karşı biz işçilerin bu küçük örnekteki gibi birlikte hareket etmekten başka çıkar yolumuz yoktur.