
600 kişilik bir tekstil fabrikasında çalışıyorum. Başta işyeri hekimi olmak üzere patron ve müdürleri koronavirüs sebebiyle sürekli bizlerle toplantılar yapıyorlar. “İşyerleriniz hariç dışarıya çıkmayın, yan yana gelmeyin, kimseye dokunmayın, kimseyle konuşmayın, kimsenin eşyasını kullanmayın, kimsenin diş fırçasını kullanmayın” diyerek akıl veriyorlar. Evet, aklımızla alay edercesine öğüt veriyorlar çünkü onların bunları söylediği fabrikada biz 600 işçi aynı anda yemeğe ve çay molasına çıkıyoruz ve servislerde ayakta gidiyoruz. “Ellerinizi ve yüzünüzü sık sık, en az 20 saniye yıkayın” diyorlar ama tuvaletlerde peçete bile yok. Tuvaletler pislik içinde. Üstelik tuvalette en fazla 3 ya da 4 dakika kalabilirmişiz. Daha fazla kaldığımızda toplantı yapıp hakaretler ediyorlar. Örgütsüzlüğümüzden güç alarak bizlere “b...la resim mi çiziyorsunuz?” diyorlar. Bize “iyi beslenin” diyorlar ama yemekler yetersiz ve çok kötü. Neredeyse her hafta aynı yemek yeniyor. Sona kalan arkadaşlarımıza genelde yemek kalmıyor bile. “Neden yemek yok?” dediğimizde de “erken gelin” diyorlar. İşçi arkadaşların çoğu yemek bitmeden yetişebilmek için ellerini bile yıkayamıyorlar. Maske-eldiven uygulamasına bile daha yeni geçildi.
Yakın zamanda bir toplantı daha yapıldı. Patron bizim çalıştığımız kat dışındaki diğer katları izne çıkaracağını, onların kısa çalışma ödeneğinden yararlandıklarını, ama bizim yararlanamayacağımızı, bu yüzden de bizi işten çıkarıp mağdur etmek yerine maske diktireceğini duyurdu. Ayrıca bu maskeleri de devlete hibe ettiğini, bundan güya bir kazancının olmadığını, bunu “hayrına” yaptığını söyledi. Bize de “herkes elini taşın altına koysun” dedi. Ertesi gün öfkeyle “ben geceleri uyku uyumuyorum, burada hayır işlemeye çalışıyorum. Hâlâ saatte 300 adet yapamayanlar var” diye bağırdı ve ustaya dönüp, “sayısını veremeyenleri işten çıkaracaksın” dedi. Bu durum karşısında arkadaşlar aralarında “bu nasıl hayır, böyle hayır mı olur? Başka zaman ‘ben performansınıza göre maaş veriyorum’ diyor şimdi de farklı maaş alan herkesten aynı sayıyı istiyor. ‘Hayrını’ da burnumuzdan getiriyor” diye konuşmaya başladılar.
Ne yazık ki bütün bunlara karşı durabilecek kadar örgütlü olmadığımızdan şu an istenilen sayıyı verebilmek için tuvalete dahi gidemiyoruz. Üstelik daha önce eldivenle çalışıyorduk ancak eldiven kullanmak üretimi yavaşlattığı için ustalar eldivenlerimizi çıkarttırdılar. Ama hâlâ bone takmamızı istiyorlar ve bize baskı uygulamaya devam ediyorlar çünkü sipariş veren firmalar denetime geliyorlar. Bizim patronun koronavirüs korkusu falan yok ama bizi korkutmak işine geliyor. Bu yüzden ben de ustaya tepkimi dile getirirken, “madem sağlığımız bu kadar önemli, nedir bu baskılar, iş mi önemli, bizim sağlığımız mı?” diye sordum. Bana dönüp “istiyorsan esnek çalışabilirsin” diye tehdit etti.
Demem o ki, tam bir ikiyüzlülük yaşanıyor. İnsanların başında gardiyan gibi duran, işlerin yürümesi için her türlü baskıyı yapan, hakaret eden patronlar ve temsilcileri asla aynı tutumu sağlığımız için göstermiyorlar. Bizleri baskı yoluyla zapturapt altına almaya çalışırken, bir araya gelip örgütlü davranmamamız için de her tür tehdit ve korkutma aracını kullanıyorlar. Buna koronavirüs hastalığı da dâhil. Demek ki çözüm düşmanın gör diye önüne koyduğuna değil görme dediğine daha dikkatli bakmakta.