
Zamanın birinde bir tüccar pazar yerine silah satmaya gelmiş. Her tüccar gibi en büyük mahareti çığırtkanlıkmış. Yalanın kuyruklusunu söylemekte de pek mahirmiş doğrusu. Halkı başına toplamakla işe koyulmuş. Önce bir kalkan kaldırmış havaya, demiş ki “eyy ahali şu elimde gördüğünüz kalkan, o kadar dayanıklıdır ki dünyada hiçbir mızrak bu kalkanı delemez!” O bağırdıkça kalabalık artmış. Tüccar gürzü kaldırıp kılıcı indiriyormuş, zırhı kaldırıp miğferi indiriyormuş. Keyfi de pek yerindeymiş, işler fena gitmiyormuş. Gözlerini ondan alamayan ahali, tüccarın taarruzu karşısında adeta hipnoz olmuş. Alkış, kızılca kıyamet, hurraaa!
Tüccar bağırdıkça kendinden geçiyor, kendinden geçtikçe daha çok bağırıyormuş. Son olarak bir mızrak almış eline, yeniden başlamış söze; “şu elimde gördüğünüz mızrak dünyanın en keskin mızrağıdır, bunun önünde hiçbir kalkan duramaz.” Meydanda, kalabalığın gerisinde uyanık gözlerle tüccarı izleyen bir taş ustasının yüzünde o an bir gülümseme belirmiş. Kalabalığın sesini bastıracak şekilde konuşmaya başlamış taş ustası… Tüccara bir teklifte bulunmuş; “az evvel söylediğine göre, hiçbir şey mızrağınla yarışamaz, çünkü o dünyanın en sağlam kalkanını bile delebilir. Aynı zamanda söylediğine göre kalkanın da dünyanın en sağlamı ve tüm mızrakları durdurabilir. O zaman mızrağınla kalkanını denemeye ne dersin?”
Alkışların, naraların yükseldiği meydanı o an derin bir sessizlik kaplamış. Öyle ki tüccarın korkuyla çarpan kalbinin sesi neredeyse duyulacakmış. Gözleri büyüyen tüccar, kekelemeye başlamış. Son bir çırpınışla “susturun şu kendini bilmezi” diye seslenmiş ahaliye... Fakat nafile! Az önce kendisini hayranlıkla izleyen ahalinin gözlerini öfke bürümüş. Anlamış ki kaşlarını çatan bu ahali, eski ahali değil. Kendisini uyanık sanan tüccar; “sessizce sıvışmalı, tek çarem bu” diye geçirmiş içinden… Fıldır fıldır gözleriyle çevreyi süzmüş önce, topuklarını vura vura kaçmaya başlamış sonra. Kandırıldığını anlayan ahali ise tezgâhtan kaptığı gibi gürzü, kılıcı, mızrağı düşmüş peşine; hurraaa!
Gelelim bugüne, bugünün efendisi patronlara ve onların siyasi temsilcilerine… Hepsi bir olmuş, aynı hikâyemizdeki tüccar gibi işçi ve emekçileri hipnoz ediyorlar. Yedi gün, yirmi dört saat yalanlar söylüyor, toplumu manipüle ediyorlar. Zehirli fikirlerini yayan medya bu açıdan ellerindeki en büyük silah! Aslında yalanlar da gerçekler de gün gibi ortada ve bunları görmek için uyanık olmak yeterli. Fakat bunu becerebilmek için örgütlü olmak gerekir. Bugün ancak örgütlü işçiler olaylar arasında bağlantı kurabilir ve egemenlerin oyunlarına sürüklenmez, aynı hikâyemizdeki taş ustası gibi. İşçileri besleyen ve uyanık kılan kendi medyasıdır. Kendimizi ve çevremizdeki arkadaşlarımızı egemenlerin yalanlarından, oyunlarından korumak için İşçi Dayanışması gazetemizi okuyalım okutalım. Hurraaa!