
Koronavirüs bir hayli işlevli bir manipülasyon aracı olarak kullanılmaya devam ediyor. Egemenler açlık, yoksulluk, salgın hastalıklar, savaşlar kapitalist sistemin yarattığı ve krizin büyüttüğü sorunlar değilmiş gibi, sanki bu sorunların sorumlusu kendileri değilmiş gibi hedefe tek bir şeyi koyuyorlar, o da koronavirüs. Tüm dünyada virüse karşı önlem paketleri açıklanıyor. Türkiye’de de siyasi iktidar bu konuda harekete geçti ve önlem paketini açıkladı. Tabi ki yine patronlara teşvikler, kurtarma paketleri verilirken, işçi ve emekçilerin payına ise işten atılmalar, hak gaspları, esnek çalışma, ücretsiz izinler düştü. İktidar aynı zamanda sendikaların çalışmalarını engelleyecek yasaklar da getirdi. Toplu sözleşmelerin ertelenmesi, grev, iş durdurma, eylem ve mitinglerin belirsiz bir süreye kadar durdurulmasındaki hedef, sendikaları çalışamaz duruma getirmektir. İşçileri daha da güçsüz kılmaktır. Egemenlerin topluma günün her anı empoze ettikleri korku ve panik halinden ne yazık ki sendikalar da nasibini alıyor. Sendikacılar birlik ve dayanışmayı yükseltmeleri gerekirken, işçi ve emekçilere “evde kalın, elinizi sabunla yıkayın” demekle yetiniyor. Üstelik bazı sendikaların tepesindeki yöneticiler patronlara kol kanat gerebiliyor, işçilere “şimdi hak mücadelesi vermenin zamanı değil” diyebiliyor.
Türk-İş’e bağlı Tek Gıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel’in geçtiğimiz günlerde sendikanın internet sitesinde yer verilen açıklamaları tam da bu tutuma örnektir. “İşçiler önlemlerini almazsa işyerinde ortaya çıkan virüs vakalarının sorumlusu işletmelerimiz ve işverenlerimiz olamaz” diyen Türkel, belli ki oturduğu koltuğu karıştırmış olacak. Bir işçi sendikasının başkanından çok, işveren örgütünün başkanı gibi konuşmak, hangi sınıfın çıkarlarını koruduğunun göstergesidir.
Mustafa Türkel yaptığı açıklamada, işçilerin temel haklarını belirtmeden, işçi sağlığı ve güvenliği için alınması gereken önlemler için mücadeleden söz etmeden gıda işçilerinin çalışmak ve üretmek zorunda olduğunu söylüyor. Toplu sözleşmeli düzenin son bulduğunu açıklayarak bunu kabul ediyor: “Çalışanlarımız, arkadaşlarımız, üyelerimiz zaman zaman endişeleniyor, zaman zaman geriliyor, bu ortamlarda çalışma koşullarında virüs tehlikesiyle karşı karşıya kaldıklarını düşünerek, tedirgin oluyorlar. Bunların hepsini anlayabiliyoruz, ama yaşam devam ediyor… Kaldı ki, sizlerin de yakından bildiği gibi artık olağan koşullardan bahsedemeyiz, dünya ve Türkiye olağanüstü bir dönemden geçiyor, sokağa çıkma yasağı başta olmak üzere, hayatımıza dair bir sürü kısıtlamalar ile karşı karşıyayız ve maalesef sendika olarak bir toplu iş sözleşmeli, sendikalı düzenden söz edemiyoruz artık… Hal böyle olunca sendika olarak, doğrudan üyelerimizden gelen mesajlar aracılığıyla ya da sosyal medya aracılığı ile zaman zaman üyelerimizden ve kamuoyundan ilgili ilgisiz beklentisi, talepleri ve tepkileri olan arkadaşlarımızın da mesajlarını alıyoruz. Kimileri haklı, kimileri haksız ve yersiz. Dışarıda tuzu kuru olan insanlar konuşabilirler ama biz bugün işletmelerimize, işimize sahip çıkmazsak, biz bugün üretmezsek yarın işsiz kaldığımızda bugünkü yaşadığımızdan daha beter tablolarla karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz olur.”
Bu sözlerin işçilere söylendiği, “hak kayıplarına, işten atmalara, ücretsiz izinlere sesinizi çıkarmayın, koşullar sağlıksız bile olsa çalışın, bize de patronlarınızı şikâyet etmeyin” anlamına geldiği açıktır. “Sesinizi kesip oturun oturduğunuz yerde” anlamına gelen açıklamalar yapmak, sermaye sınıfının cephesinden konuşmaktır. Gıda işçilerinin sendikasının başkanı gıda işçilerinden çalışma koşullarına hiç ses çıkarmamalarını, işyerlerinde zorunlu fazla mesaileri, üretim baskısını dile getirmemelerini istemektedir. Giderek ağırlaşan çalışma koşullarını dile getirip, sendikasından buna bir çözüm bulmasını isteyen işçilerin tepkilerine “haksız ve yersiz” demek başka ne anlama gelir? Gece gündüz çalışan, fazla mesaiye, düşük ücretlere, esnek çalışmaya katlanan işçilerin tepkilerini dışarıdaki tuzu kuru insanların sızlanmaları olarak gören Türkel, bir de işçilere “bakın işten atılırsınız ha” diyor. “Her şeye katlanın, sesinizi çıkarmayın, yoksa işten atılırsınız, daha kötü şeyler yaşarsınız” demek bir sendikacıya mı kaldı diye sormaktan kendimizi alamıyoruz.
Siyasi iktidar ve patronlar, işçi sınıfının haklarına saldırırken, krizin faturasını işçi sınıfına yıkmaya çalışırken; “ulusal çıkarlar”, “aynı gemideyiz”, “zor günler”, “olağanüstü durum” laflarını dillerinden hiç düşürmezler. Bu yalanlarla işçi sınıfına karşı saldırılarını meşrulaştırmak isterler. Aynı tutumu böylesi bürokrat, patron işbirlikçisi sendikacılarda da görüyoruz. Şöyle devam ediyor Türkel: “Kimse zorla çalıştırılmıyor, kimse zorla işyerinde tutulmuyor, işletmelerimiz elinden gelen bütün tedbirleri almış durumdalar, yüzlerce, binlerce, on binlerce insanın çalıştığı işkolunda münferiden bu tür olaylar olacaktır ve her birey kendi çevresinde, ilişkilerinde sosyal mesafe dediğimiz koruma tedbirleri de dâhil her tür tedbirleri, işyeri dışında ve içinde kendimizi koruyarak ve düşünerek almazsak işyerinde ortaya çıkan virüs vakalarının sorumlusu işletmelerimiz ve işverenlerimiz olamaz.”
Siyasi iktidarın, bu süreçte işçilerin çalışma yaşamında köklü değişiklikler içeren kimi düzenlemeler yapmasına, işçilerin aslında ücretsiz izne çıkarılıp sonrasında da işten atılmasının önünü açan yasaya ses etmeyen Türkel, “bu sürecin iyi yönetildiğini” söyleyebiliyor. Şu söze dikkat edelim: “Kimse zorla çalıştırılmıyor!” İşçilerin en çok patronlarından duyduğu bu sözleri, şimdi de bir sendikanın genel başkanının ağzından duyuyoruz. İşçi sınıfının hak ve çıkarları yerine sermaye sınıfının menfaatlerine hizmet eden tutumlar almak, işçi ve emekçilerin yaşamını çileye dönüştüren uygulamalara sessiz kalmak tam anlamıyla ibretliktir. Nitekim işçiler bu açıklamalara büyük tepki gösterirken sermaye cephesinden, patron temsilcilerinden Türkel’e övgüler düzüldü. Patronlar tarafından takdir toplayan Türkel’in tutumu, işçilerin mücadele örgütü olması gereken sendikaların kimlerin eline kaldığını netlikle ortaya koymaktadır. Biz örgütlü ve bilinçli işçiler olarak mücadeleci sınıf sendikacılığının hayat bulması için canla başla çalışmaya devam edeceğiz.