
Ekranlardan sürekli korku atmosferi yayılıyor. İşçilerin pek çoğu panik halinde, ülkelerin sağlık sistemleri çökmüş, ekonomik kriz büyüyor ve milyonlarca işçi işsizliğe mahkûm ediliyor. Patronlar sınıfı bu krizi fırsata çevirmenin derdinde. Dünya işçi sınıfının tepesinde krizin etkilerini daha katmerli bir hale getiren hükümetler var. Hükümetler sermayenin önünü açmak için, onu rahatlatmak için tüm olanakları seferber etmiş durumda. Nereye baksak karamsarlık, nereye baksak korku dolu bir dünya var karşımızda. Hükümetler korona bahanesiyle gösteri ve yürüyüşleri yasaklarken sendikaların ve derneklerin faaliyetlerini kısıtlıyor, yasaklıyor. Dünya işçi sınıfını evlerine hapseden egemenler, en ufak bir hak arama mücadelesi söz konusu olmasın diye her yolu deniyorlar.
İşçiler ne yapmalı ve nasıl düşünmeli böyle bir atmosferde? Toplum daha ne kadar korku içinde yaşamaya devam edecek? Şu koca dünyada üretilen tüm zenginlikler bizim nasırlı ellerimizin hüneriyle üretiliyor. Üreten biziz, demire, çeliğe şekil veren, gökdelenleri inşa eden, tarlaları ekip biçen bizleriz. Ama ay sonunu getiremeyen de yine bizleriz. Bu akıl dışılığa bir dur demenin zamanı gelmedi mi daha? İşte 1 Mayıs tarihi de, ruhu da biz işçilere bunu anlatıyor. Haklarımıza sahip çıkmanın yollarını, bu zalim ve köhnemiş düzene karşı durmanın mümkün olduğunu anlatıyor.
1 Mayıs bize, işçi sınıfı olarak birbirimize daha fazla sarılmamız gerektiğini, inanmamız ve birlik olup örgütlenmemiz gerektiğini anlatıyor. İşte bu yüzdendir ki, bu 1 Mayıs’ta da baskılara rağmen mücadeleyi, birlik olmayı, umutla kuşanmayı, inancımızı elimizden alamazlar, içimizdeki umudu söndüremezler. Bu umudun meşalesini bizler sürekli taşımalıyız. Söndüremezler mücadele ateşimizi. Onların zulmüne, yasaklarına inat, mücadele hep umut verecek bizlere. 1 Mayıs’ların sönmeyen ateşini, mücadelemizle, omuz omuza ve bu düzen yıkılana dek sürdüreceğiz. Çünkü bizim inancımız ve umudumuz tam. Çünkü biz örgütlü işçileriz. Çünkü bizim “zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok.”