
Dört yanımızı sarıyorlar. Sürekli koronavirüs korkusu üzerinden sağlıklı düşünmemizi engellemek istiyorlar. Kulaklarımız birlikte çalıştığımız kardeşlerimizin, en yakınımızdakilerin seslerini duyamaz oldu. Hâlbuki bu bize ekmek gibi su gibi lazım. Hele de şimdi daha çok lazım. İnsanları, işten atılan, evine ekmek götüremeyen, hasta olup hastaneye bile gidemeyen dostlarının, akrabalarının kapısını çalmaya korkar hale getirdiler. Evlerinin dört duvarında yalnız başına hastalıktan, kalp krizinden ölen insanlar günler sonra bulunur oldu. İşte bu yüzden “dayanışma ve örgütlülük bizim bağışıklık sistemimiz.” Eğer bu sağlamsa her zorluğun üstesinden gelinir. Kapısını çaldığımız, evlerini bize açan emekçi kadınlarımızın anlattıkları da bunun en güzel kanıtıdır. Paylaşmak istedik:
Demet (büro işçisi): Komşum bir süredir hastalık korkusundan benden uzak duruyordu. Ben onu rahatsız etmeden selam verip hatırını sordum. Belli ki uzun zamandır bir dostla selamlaşmaya hasret kalmış. Sohbet başladı, anlattıkça anlattı, bu arada sosyal mesafe falan kalmadı. Hızlıca pazara gidip geldiğini, getirdiği malzemelerin hepsini tek tek dezenfekte ettiğini, çocuklarının bir aydır dışarıya çıkmadığını anlattı. Bir ara eşinin iş durumunu sordum. “Okul servisinde çalışıyordu, malum okullar kapalı, iş de yok. Ne olacak sonumuz bilmiyorum” diye kaygısını dile getirdi. İnsanlarımız sohbet etmeyi, sosyalleşmeyi o kadar çok özlemiş ki sohbet uzadıkça uzadı. Ben de özetle virüs için değil de işsizlik için korkmamız gerektiğini söyledim. Komşum virüs korkusundan sıyrılıp beni kahve içmeye çağırdı. Bir dost sohbetine, sıcak bir selamlamaya bizi hasret bırakanlara inat, dayanışmayı büyütmek gerek. UİD-DER bizi yalnız bırakmıyor, biz de çevremizdeki kardeşlerimizi yalnız bırakmamalıyız.
Songül (büro işçisi): Eşim 15 gündür işe gitmiyor. Patronu “gelmeyin” demiş. Fakat izinleri ücretli mi, ücretsiz mi o bile belli değil. Çünkü eşim hiçbir şey sormamış. Bu ayın başında maaş verip vermeyeceklerini bakarak anlayacağız. Eşime hakkını aramadığı için çok kızdım. Ben zaten çocuklar küçük olduğu için çalışamıyorum. Binlerce işçinin şu anda bizimle aynı durumda olduğunu biliyorum. UİD-DER’in sitesinden takip ediyorum. Keşke eşim de biraz okusaydı en azından haklarıyla ilgili daha fazla bilgisi olurdu.
Mehtap (metal işçisi): Bu salgın korkutması beni o kadar etkilemedi. Ben televizyonlarda anlatılanlardan çok etkilenmiyorum. Zaten derneğin çalışmalarına katıldığımdan bu yana her şeyi sorgulamaya çalışıyorum. O yüzden korkmadım. Ama çevremdeki bazı insanlar korkuyorlar. Özellikle aile çevrem birbiriyle yüz yüze görüşmeyi kesti. Kız kardeşlerimin evine gidemiyorum, korktukları için misafir kabul etmiyorlar. Whatsapp ailesi olduk. Ben insanların yan yana gelmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ama bunu engellediler. Birçok tanıdığım, özellikle otel ve restoranlarda çalışan akrabalarım işsiz kaldılar. Nasıl geçiniyorlar bilmiyoruz. Onlara yardım edemiyoruz. Biz zenginler gibi değiliz. Birbirimizin dermanıyız. Birlik olmamız lazım. Kendi yağımızda kavrulamayız. UİD-DER’li olduğum için ben yalnız değilim. Hiç yalnız hissetmedim. Korkmadan evimin kapısını çalan dostlarım var benim.
Sultan (petrokimya işçisi): İşsizliğin ve krizin ailelerimizi nasıl derinden etkilediğini görüyoruz. Ben de bu acı tabloya komşularımızın yaşadıkları üzerinden şahit olanlardanım. Ücretsiz izinler, işten çıkarmalar ilk başladığı dönem benim komşumun eşi işten çıkarıldı, kadın da önce izne çıkarıldı, daha sonra da evden çalışmaya başladı. Şu an kadın hâlâ evden çalışıyor ve işveren maaşının yarısını ödüyor. Hal böyle olunca ellerine geçen para kiraya, faturalara, kredi kartı borcuna, alışverişe, hiçbir şeye yetmiyor. Geçim sıkıntısı ve işsizlik beraberinde kavga ve huzursuzluğu getirdi. Daha önce huzurla geçinen iki insan, şimdi sürekli kavga eder hale geldiler. Son günlerde onların insana acı veren haykırışlarına uyanıyoruz ve sabaha kadar gözümüze uyku girmiyor. Çıkışsızlık ve çaresizlik aile içinde huzursuzluğa ve kavgalara neden oluyor. İnsan düşünmeden edemiyor, hani biz bize yeterdik? Bu mu biz bize yetmek? Patronlara gelince kurtarma paketi, sıra işçilere gelince ise işsizlik, çıkışsızlık ve çaresizlik!
Aslı (metal işçisi): İlk zamanlar hepimiz “koronavirüs öldürüyor” diye anlatan televizyonlara inandık. Sonra anladık ki bizim patronlar da bir yandan aynı televizyondakiler gibi konuşup bizi korkutuyorken öte taraftan ücretsiz izinlerin hesabını yapıyormuş. Bizim işyeri sendikalı. Kendi aramızda “aman yıllık izinlerimize dokundurtmayalım” diye konuşuyorduk. Hepimiz diken üstündeyken sendikacılar toplantı yaptı. Aynı patron gibi konuşuyorlardı. “Salgın var arkadaşlar, elimizden bir şey gelmez, yapacak bir şey yok” diyorlardı. Toplantıda bir arkadaş çıktı “o zaman siz de bizden sendika aidatı almayın” dedi. Sendikacılar buna hiç cevap vermediler. Aslında bizi korkutup her şeye razı ediyorlar ama kendilerine gelince hiçbir fedakârlık yapmak zorunda değiller. Bu işte çok gariplikler var aslında.
Hükümet, patronlar ve onların çıkarlarını savunan sendika bürokratları hep bir ağızdan “biz sizin sağlığınızı düşünüyoruz, siz de sağlığınız için bu koşullara katlanın ve sesinizi çıkarmayın” diyorlar. Sıra kendilerine geldiğinde ise fedakârlıktan hiç bahsetmiyorlar. Bizim için çok net bir şey var; hükümet, patronlar ve sendika bürokratlarının hepsi aynı ağızdan konuşuyorlar. Onlar bizi korkutmak istiyorlarsa bu durum işlerine yarıyor demektir. Onlarla bizim aynı anda aynı şeyden yarar sağlamamız mümkün olmadığına göre örgütlü davranmaz ve her söylenene inanırsak bu işten en çok zarar gören biz olacağız. O zaman bize düşen “birlikten kuvvet doğar” deyip omuz omuza vermek, yalanlara karşı uyanık olup birlikte karşı durmaktır.