Hindistan... İlk medeniyetin topraklardan biri. Yıkılmaz sanılan nice imparatorluklar, şaşaalı saltanatlar, sömürgeler görmüş; her birinde indirmiş öfkeli yumruğunu bağrına.
Çilekeş ve yorgundur Hindistan insanı. Binlerce yıl sağılmış, sömürülmüş ama yine de yaranamamış egemenlerine. Saraylar, saltanatlar inşa etmiş de barakalara mahpus kalmış sonunda. Her yanından bereket yeşeren topraklarında, zümrüt yeşili pirinç tarlaları uzanır boylu boyunca. Binlerce tür canlı koşuşturur çayırlarında, en güzel yemişler dallarında; ancak bir türlü doyuramamış açgözlü egemenlerini.
Renklidir Hindistan. Binlerce yıllık tarihinde her renk bir anlamla yoğrulmuştur. İnsanı karanlıktan, açlıktan ve soğuktan kurtaran ateşi hatırlatırcasına, turuncu renginin ayrı bir yeri vardır onlar için. Her rengi içinde barındırmasından dolayı beyaz renk yaşamı temsil eder. Kıyafetlerinde, ritüellerinde, hemen her yerde tüm renklerin iç içe olduğunu görürsünüz. Gökkuşağını kıskandıran bu renk cümbüşü onlar için yaşamın çeşitliliğini simgeler. Ancak Hindistan’ın yoksul halkı için hayat siyah-beyaz görünüyor. Çünkü doymak bilmeyen egemenler onları açlığın, işsizliğin, evsizliğin kucağına itiyor!
Bir turizm şirketinin “Güzel Hindistan” isimli bir fotoğraf albümü yayınlaması üzerine, Hindistanlı emekçiler “Çürümüş Hindistan” ismini verdikleri bir albümde, kadrajı genişleterek arka plandaki siyah-beyaz yaşamlarını anlatmış bizlere.
Bir yanda arşa çıkan binaları görüyoruz. “Şehrin gürültüsünden uzak”, “depreme dayanıklı”, “modern” binalar... İçinde spor merkezleri, saunaları, havuzları olan bu sitelerde ailenizle güvenle yaşayabilirsiniz! Diğer yanda ise derme çatma barakaların bulunduğu, lağımların sokaklara aktığı, elektrik ve suyun dahi olmadığı gecekondu mahallelerini görebilirsiniz. Ömründe bir daha giremeyeceği binalar inşa eden; o hünerli elleriyle, bir avuç insan için az ötede cenneti var eden milyonlarca yoksul insan ne yazık ki buralarda yaşamını sürdürmeye çalışıyor.
Tac Mahal... Yüzlerce yılın hatırası. Babürler’in Şahı Cihan’ın karısı için yaptırdığı bir şaheser, diye yazar tarih. Ancak yazmaz onu yaratan hünerli ellerin başına geleni. Şah, bu şaheserin bir daha yapılmaması için, yapıda emeği geçen tüm işçilerin ellerinin kesilmesini buyurmuş. Böyle etmiş teşekkürünü. Egemenler kılık değiştirip tahtlarında oturmaya devam ederken, elleri kesilmişlerin çocukları yandaki kutsal saydıkları nehirlerde yıkanmaya, en kutsal şey olan emeklerini onlara satmaya devam ediyor.
Bir çocuk. Bir kız çocuğu. Yoksulluktan okula gidemeyen, sayısı 100 milyonu aşan çocuklardan biridir belki de. Nüfusunun üçte birinin okuma-yazma bilmediği Hindistan’da, 14 yaşın altında milyonlarca çocuk tarlalarda, atölyelerde, fabrikalarda günde 12 saati aşan sürelerle çalıştırılıyor. Sermayeye büyük kazançlar sağlayan minik elleri ve bedenleri bu ağır yüke dayanamıyor. Hindistan bu yönüyle iş cinayetlerinden, önlenebilir basit hastalıklardan, temiz suya, gıdaya ve sağlık hizmetlerine ulaşamamaktan kaynaklanan çocuk ölümlerinde dünyada en çok kayıp veren ülkelerin başında geliyor.
Hindistan’ın finans ve kültür başkenti Mumbai! Onlarca dolar milyarderine ev sahipliği yapan bu şehir, gelir sıralamasında geçtiğimiz sene Paris’i de geride bırakarak 12. sıraya yükselmiş bulunuyor. Dev gökdelenlerin, lüks konutların ve iş merkezlerinin yanı sıra, milyonlarca insanın yaşadığı ve Asya’nın en büyük gecekondu bölgesi olan Dhavari’yi de içinde barındırıyor. Mumbai’nin iş insanları ultra lüks otellerde bir gece için servet harcarken, az ötede, Dhavari’de milyonlar dehşet verici bir sefaletin içinde yaşamaya çalışıyor. Binlerce insana bir tuvaletin düştüğü, altyapı yetersizliğinden lağımların nehirlere aktığı, hastalıkların ve salgınların kol gezdiği Dhavari’nin sokaklarında lüks araçların egzozunda ellerini ısıtmaya çalışan bir kız çocuğu “normal” bir görüntü oluşturuyor.
“bir öyle şaşılası dünya ki burası
bollukla ölüyor, kıtlıkla yaşıyor
varoşlarda hasta, aç kurtlar gibi insanlar dolaşıyor
ambarlar kilitli,
ambarlar buğdayla dolu
tezgahlar ipekli kumaşla dokuyabilir
topraktan güneşe kadar giden yolu...
insanlar yalnayak, insanlar çıplak
bir öyle şaşılası dünya ki burası
balıklar kahve içerken, çocuklar süt bulamıyor
insanları sözle besliyorlar, domuzları patatesle...”
Nâzım Usta’nın dediği gibi, öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, bir avuç asalak için muazzam zenginlikler sunarken, tüm bu zenginlikleri yaratan emekçi insanlar için korkunç bir sefalet üretiyor. Egemenler, bu çelişkiyi gözlerden gizlemek için başta medya olmak üzere tüm araçları sonuna dek kullanıyor. Örgütsüz kitleler kendi yaşamlarına değil bu yalanlara inandıkları için sorunu başka yerlerde arıyor. Oysa sorun aslında çok nettir: Bilimde, sağlıkta ve teknolojide yaşanan bunca gelişmeye karşın insanlar hâlâ açlıktan, hastalıktan ölüyorsa; hâlâ çocuklar çocukluklarını yaşayamadan yitip gidiyorsa, bunun sebebi kapitalizmdir. Bir şehrin bir yanında lüks oteller varken, diğer yanında insanlar barakalarda yaşam mücadelesi veriyorsa; bunun sebebi kapitalizmdir. Bugün Hindistan’da yaşanan korkunç çelişkilerin sebebi de bu çürümüş kapitalist sömürü düzenidir.
Ancak tarihte hiçbir sömürü düzeni sonsuza dek sürmemiştir, süremez. Emekçiler, tarihte pek çok kez olduğu gibi bugün yine dimdik ayaktadır. Hindistan’ın yoksul emekçileri, geçtiğimiz sene 200 milyondan fazla emekçinin katılımıyla gerçekleştirdiği grevde [5]dev gövdesini göstermiş ve bir kez daha egemenlere sömürü düzenlerinin sonsuza dek sürmeyeceğini hatırlatmıştır. Şu anda koronavirüs korkutmasından dolayı milyarlarca insanı eve kapatmış durumdalar ama unutmayalım ki 2019 yılı tüm dünyada isyan yılı oldu. Onlarca ülkede yüz milyonlarca emekçi kendilerine dayatılan yoksulluğu kabul etmeyeceklerini haykırdı. Emekçiler yine meydanları dolduracak, buna yürekten inanıyoruz. O hünerli ellerin birleştiği gün, gelecek bizim olacak!