Bundan yıllar önce UİD-DER’e yeni geldiğim sıralarda, bana bir işçi arkadaş gazete vermeye başladı, İşçi Dayanışması gazetesi. Ben de o sıralarda şöyle bir göz gezdirip okumadan sayfalardaki resimlere bakıyordum. Aldığım gazeteleri eve gittiğimde üst üste koyardım. Okumuyordum ama yine de başlarına bir şey gelmesin diye saklıyordum. Evdekiler nihayetinde gazete diye sobada yakmasın diye...
Birkaç sayıdan sonra arkadaş “İşçi Dayanışması’nda dikkatini çeken bir yazı var mı?” diye sordu. Aman Allah’ım üzerime kaynar sular döküldü sanki! O an bir şey diyemedim. Eve gidene kadar içime bir merak girmişti. Bu bültende ne yazıyordu acaba? Aldım, baştan sona okumaya başladım. Meğer benim gibi işçileri anlatıyormuş. O günden sonra her ay aldığım sayıyı da düzenli okumaya başladım. Her okuduğumda yeni şeyler öğrenmeye başladım. Sonra bir başka gün yine aynı arkadaş “sen neden mektup yazmıyorsun? Buradaki yazıları bizim gibi işçiler yazıyor. Sen de yaz, yaşadığın sorunları anlat” dedi. “Ben bir yazı yazacağım ve bu elimdeki bültende mi çıkacak?” dedim. “Elbette” diye cevap verdi. Beni bir heyecan sardı. Sonra işte ilk mektubu yazdım ve İşçi Dayanışması’nda çıktı.
O zaman anladım İşçi Dayanışması’nın işçi sınıfının sesi olduğunu… Fabrikada çalışan Cennet’in, her gün ölesiye çalıştırılan maden işçisi Ahmet’in sesi olduğunu… Küçük yaşta hayata atılan gencin, çocuğunu beşikte bırakıp fabrikaya gelen annenin sesi olduğunu… İşçi Dayanışması bülteni biz işçilerin dermanı diyebiliriz. İşçi sınıfı olarak İşçi Dayanışması bültenimize sahip çıkalım.
İşçi Dayanışması’nın 150. sayısını yürekten selamlıyorum.