
“Bildiğim tek şey var o da iki sınıf olduğu; proletarya ve burjuvalar. İki sınıf var, eğer birinden değilseniz öbüründen olmanız gerekiyor.” Dünyayı Sarsan On Gün romanında geçtiği gibi iki sınıf mevcuttur. Düşündüklerimizle, yaptıklarımızla ya işçi sınıfının mücadelesini büyütüyoruz ya da emeğin sömürüsüne dayalı kapitalist sisteme doğrudan ya da dolaylı destek sağlıyoruz. Tarafsızlık diye bir şey söz konusu değildir. Bizler de işçi sınıfından olduğumuzu her gün hatırlamalı ve yaşamı çekilmez kılan patronların sistemine karşı mücadeleyi büyütmenin yollarını aramalıyız.
Mücadeleyi büyütmek, yarınlara taşımak, ilerletmek için kuşkusuz pusulaya ihtiyacımız var. Bizler UİD-DER’li işçiler olarak yola pusulasız çıkmış değiliz. Derneğimizin bülteni olan İşçi Dayanışması da 150 aydır bizlere pusula oluyor. En ufağından en büyüğüne hiçbir iş, emek verilmeden yapılmıyor. Her işin mutfağında hamurun mayalanmasından pişmesine dek bin bir emek veriliyor. Bizleri sınıfımızın deneyimleri ile donatıp geleceğe köprü olan UİD-DER’le bilinçleniyoruz. Okur mektuplarında, işçiden işçiye işçinin diliyle aktarılan yazılarla aynı duyguları paylaşıyoruz. Mücadelenin her yerde ortak olduğunu görebiliyoruz. Umudumuzu diri tutabilmenin tek yolu örgütlü kalabilmemiz, sınıfımızın penceresinden bakabilmemizdir. İşçi Dayanışması da bizleri işçi sınıfının penceresinden aydınlatıyor.
Kapitalizm yaşlanmakla kalmadı, artık bunadı. Bizlere sunduğu hiçbir güzellik yok. Uzun iş saatleri, iş cinayetleri, işsizlik, açlık, salgın, göç yolları ve savaş ve ölüm ve dahası. Nefes alamayan kapitalizm biz işçi sınıfına da nefes aldırmıyor. Bu yüzden mücadelemizi her yönüyle büyütmemiz şart. Nice 150. sayılar çıkması ve bu sayıların işçi sınıfına ulaşması için bizler de önlüğü takıp o mutfağa girebilmeliyiz. Emek olmadan yemek olmuyorsa mücadele etmeden de düşlediğimiz güzel günler gelmiyor.