
Yine deprem, yine acı! 30 Ekimde İzmir’de meydana gelen 6,8 büyüklüğündeki depremde şu ana kadar 39 kişi hayatını kaybetti, 885 kişi yaralandı. Enkaz altında olanları kurtarma çalışmalarıysa halen devam ediyor. Türkiye deprem kuşağında bir ülke ve ilk kez deprem yaşamıyoruz. Ama her seferinde sanki ilk kez yaşıyormuşuz gibi nice enkaz oluşuyor, tam bir kaos ve karmaşa yaşanıyor, yardımların gelmesi gecikiyor, iletişim ve ulaşım felç oluyor, insanlar yalnızlık ve çaresizlik içinde kalakalıyor… Ve sanki daha önce uzmanlar tarafından depremle ilgili uyarılar hiç yapılmamış gibi, yetkililerin hiçbir bilgisi ve sorumluluğu yokmuş gibi, “doğal afet, kader, sabır” açıklamaları yapılıyor. Deprem mefhumu hiç yokmuş gibi çürük binalara imar affı çıkmaya devam ediyor, yeni binalar yapılırken zemine, kullanılan malzemelere ilişkin doğru düzgün tek bir denetim yapılmıyor, insanlar yıkılması gereken binalarda yaşamayı sürdürüyor. Böyle olunca da her depremde yine acılar yaşanıyor, yine sevdiklerini kaybeden insanların feryatları yükseliyor enkazlar üzerinden. Neden?
Gerçek şu ki; deprem bir doğa olayıdır ve dünya var olduğu sürece hep olacaktır. Bugün gelişen teknoloji sayesinde depremlerin tam zamanı bilinemese de fay hatlarının özellikleri ve yerleri, depremin en çok hangi bölgelerde şiddetini hissettireceği, hangi zeminlerin bina yapımına uygun olduğu, zemin türüne göre nasıl binalar yapılması gerektiği biliniyor. Kısacası bugünkü teknoloji ve bilgi birikimiyle öyle yerleşim alanları yapılabilir ki, hiçbir deprem kolay kolay yıkıma ve ölüme yol açamaz. Gelin görün ki, kapitalistlerin aç gözlülüğü ve siyasi iktidarların emekçilerin yaşamını umursamayan, rantı esas alan politikaları yüzünden yapılan binalar deprem sırasında kâğıt gibi yıkılıyor. Yani depremi afete çeviren bu sömürü sistemidir!
İzmir depreminde yıkılan binalar tam da bu gerçeği doğruluyor. Nitekim Bayraklı’da zeminin balçık olduğu, burada yüksek katlı binalar yapılmaması gerektiği, zemine uygun binalar inşa edilmesi gerektiği uzmanlar tarafından defalarca söylenmesine, uyarılar yapılmasına rağmen bu uyarıları duymak işine gelmeyenler yıllarca kör, sağır, dilsiz kesilmişler. Aynı şekilde Manavkuyu’da da binaların zemine uygun yapılmaması ve yapı denetiminin olmayışı ölümlere davetiye çıkarmış.
Evet, yıllardır İstanbul için uyardıkları gibi İzmir ve diğer deprem bölgeleri için de sürekli uyarılar yapıyor uzmanlar. Ama tatlı kârların peşine düşen, gözünü para hırsı bürümüş kapitalistlerin, onlara rant alanı sağlayan siyasi iktidarın umurunda değil bunlar. Bugün siyasi iktidar, İstanbul’da hangi binaların depreme dayanıklı, hangilerinin dayanıksız olduğuna, çökme riski yüksek olan bölgeler, hangi yapıların yıkılıp hangilerinin güçlendirilmesi gerektiğine dair her türlü bilgiye sahiptir. Ama bütün bu bilgiler ne işe yarıyor? Siyasi iktidarı gerekli önlemler almaya itiyor mu? Hayır. Tek yaptıkları şey kuru ve içi boş “depreme hazırız” söylemlerinde bulunmak ve afetlerin ardından kendi sorumluluklarının üzerini kapatmaya çalışmak. Oysa depreme hazır olmadığımız hem geçen yılki İstanbul ve Elazığ depremlerinde hem de şimdiki İzmir depreminde çok net ortaya çıkmadı mı?
Bir tarafta şovcu bakanlar öte tarafta canla başla çalışan madenciler
Her depremde olduğu gibi İzmir depreminde de aynı manzarayı yaşadık yine. Deprem alanına korumalarıyla, özel araçlarıyla konvoy halinde gelen iktidar sözcüleri, halkın yanında olduklarını göstermek için kurtarma çalışmalarını aksatmak pahasına yine şovlar yaptılar. Hiçbir şey yolunda olmadığı halde “her şey yolunda, devletimiz iş başında” mesajları verdiler, vermeye de devam ediyorlar. Yine içi boş nutuklar, yine riyakâr üzgün bakışlar… Deprem için toplanan vergilerin deprem için kullanılmasının şart olmadığını söyleyen, bu vergilerin ne olduğunu soranlara “hesap vermek zorunda değiliz” diyen, “İstanbul’da deprem olursa ölen şanslıdır” diyen inşaat patronlarına işçilerin paralarıyla oluşturulan fonlardan kaynak aktaran bu iktidar mı düşünecek emekçileri?
Ama bakın yıkılan binaların altında kalan emekçilerin yaşamını kurtarmak, bir nebze olsun nefes olabilmek için kimler koştu hemen yardıma? Yıllardır tazminatlarını alamadıkları için iki aydır direnişte olan Somalı maden işçileri… Depremi duyar duymaz üzerlerinde sarı yelekleriyle İzmir’de aldılar soluğu. İşte asıl onlardır yaşanan acıları yüreğinde hisseden. Asıl onlardır kurtarılan her bir canın mutluluğunu yürekten paylaşan. Asıl onlardır yardımlaşmanın, dayanışmanın gerçekte ne olduğunu bilen ve gösteren. Onlar siyasi iktidarın gerçek yüzünü 301 kardeşlerini göz göre göre madene kurban verdiklerinde gördüler. Somalı bir emekçi devletin bir yetkilisi tarafından tekmelenirken gördüler. Yıllardır alamadıkları tazminatlarını talep ettiklerinde sağır sessizliğe gömülen yetkililere bakınca gördüler. Haklarını almak için yürüdüklerinde üzerlerine salınan jandarma ve polisle gördüler. Emekçinin emekçiden başka dostu olmadığını gösterdiler.
Dün Elazığ, bugün İzmir, yarın İstanbul! Rant ve kâr hesabıyla hareket edildiği, gerekli önlemler alınmadığı sürece yine biz emekçiler kalacağız enkaz altında, yine bizim sevdiklerimiz kurban gidecek patronların rant sevdasına. Yine emekçiler koşacak emekçilerin acısına, yine emekçiler uzatacak elini enkaz altında kalan emekçilere. Ama emekçi ellerinin enkaz altında değil, enkazlar olmasın diye birleşmesi, enkaz yaratanlardan hesap sorması gerek!