
Mizah, gerçekleri anlatmak için en iyi yoldur bazen. Misal, 200 sene evvel doğmuş Josh Billings adında Amerikalı bir mizahçı, sermaye sınıfının karakterini çarpıcı biçimde anlatmıştır şu sözleriyle: “Yalanın babası şeytandır ama patent almayı unuttuğu için bu buluşunu iş dünyasına kaptırmıştır.” Tıpkı Billings gibi, İngiliz filozof Thomas Hobbes da yüzyıllar evvel sömürücülerin iç yüzünü çarpıcı biçimde anlatmış. Ama matematikle. Şöyle diyor Hobbes: “Bir üçgenin üç açısının bir karenin iki köşesine eşit olması mal sahiplerinin çıkarlarıyla çatışsaydı, o zaman söz konusu kişilerin ellerinden geldiği sürece, tüm geometri kitaplarının yakılacağından, eğer çürütülmemişse bu savın yine de yok edileceğinden kuşkum yok.”
Üzerimize boca edilen kirli yalanları, ezberleri, önyargıları bırakıp düşünecek olursak Billings’in ve Hobbes’un ne kadar haklı olduğunu görmemek mümkün değil. Billings’in “iş dünyası” dediği patronlar sınıfına sorarsanız onlar toplumun ihtiyaçlarını düşünüyor, teknolojik ilerlemenin önünü açıyor, dünya ekonomisini ayakta tutuyorlar. İstihdam sağlıyor, işçilere ekmek veriyor, ailelerin geçinmesini sağlıyorlar… Yani onlar sütten çıkmış ak kaşık! Peki, gerçek bu mu?
Sermaye sınıfı tüm gerçekleri çarpıtıp kendi çıkarlarına yontmakta ustadır. Kendi çıkarlarına olan ne varsa allayıp pullayıp bize en büyük, en sorgulanamaz hakikat, en kesin bilgi, en kutsal değer olarak sunar. Kendi çıkarlarına değilse en katı gerçeklerin bile üzerini örtmeye, onları görünmez kılmaya çalışır. Ekranlara, gazete satırlarına, reklamlara, filmlere, kitaplara, şarkılara, okul sıralarına ve hatta vaazlara kadar sızdırır yalanlarını. Yalanlarıyla duygularımızı, zihnimizi kontrol altına almak ve yönetmek ister. Burjuvazi, dezenformasyon, manipülasyon ve yalanda öyle idmanlıdır ki bu işlerde şeytan bile sermaye sınıfının eline su dökemez!
Sermaye sınıfının yalanlarına bakarsak onlar işçileri sömürerek değil, çok çalışarak, akıllı davranarak zenginleşiyorlar. Oysa çok laf yalansız çok mal haramsız olmaz. Bu öyle bir sömürü ve haram düzeni ki, dünyanın en zengin 2 bin kişisinin serveti, 4 milyar 600 milyon insanın toplam zenginliğinden daha büyük hale gelmiştir. Üstelik bu eşitsizlik her geçen gün daha da büyüyor. Ama onlar bize “özel mülkiyet kutsaldır” diyorlar. Yani fabrikaların, makinelerin, toprağın, gökdelenlerin bankaların, banka hesaplarının ve yağmaladıkları tüm zenginliklerin kutsal mülkiyetleri olduğunu söylüyorlar. Bu öyle bir sömürü ve haram düzeni ki, 1 milyar insan aç, yüz milyonlarca insan işsiz, 60 milyon insan hayatta kalabilmek için yerini yurdunu terk edip göç yollarına düşmüş. Doğa ve gezegenimiz için tehlike büyümüş. Ama bu düzenin efendilerine göre “insanlığın kapitalizmden başka alternatifi yok!” Bu öyle bir sömürü ve haram düzeni ki toplumsal ilişkiler yozlaşıyor, çürüyor, dayanışmanın ve paylaşmanın yerini bireycilik, bencillik alıyor. Gencecik insanlar intihara sürükleniyor. Ama bize diyorlar ki “insanın doğasına en uygun sistem kapitalizmdir”!
Kapitalizmin yalanları her yerde, yaşamımızın her alanında! Bir zamanlar sigaranın sağlığa çok yararlı olduğu yalanlarıyla kampanyalar yürütenler, doktorlara, bilim insanlarına rüşvet dağıtanlar; bugün bebek mamasına varıncaya kadar yediğimiz her şeyin içine zehir katıyorlar. Ama “önce insan, önce sağlık” sloganlarıyla duygusal reklamlar yapmaktan çekinmiyorlar. Dün Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombaları atanlar, saniyeler içinde yüz binlerce insanı öldürenler, yaptıklarını “Japonya’yı barışa zorlamak” kılıfına sokuşturmak istemişlerdi. Bugün de savaşın sürdüğü Ortadoğu’ya “demokrasi ve özgürlük” götürdüklerini iddia ediyorlar. Suriye’ye, Yemen’e, Libya’ya ve daha pek çok bölgeye bombalarla “demokrasi”, kurşunlarla “özgürlük” taşıyorlar. İnsanlar ne zaman yalanların hesabını sormaya, adaletsizlik ve eşitsizlik karşısında bir çıkış aramaya başlasa, sokaklara dökülse egemenler yaygara koparıyorlar. En haklı talepleri, en meşru mücadeleleri karalayıp gözden düşürmeye çalışıyorlar. Yasaları ve düzeni korumaktan dem vuruyorlar. Çünkü sermaye sınıfının tek derdi kendi çıkarlarıdır. Milyarlarca insan acı çekiyormuş, savaşlar çıkıyormuş, doğanın dengesi bozuluyormuş, ne gam!
Ama ne demiş atalarımız? Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Gün gelir gerçekler meydana çıkar! Sömürü ve zulüm düzeninin efendileri ezilenlerin, mazlumların öfkesiyle yüz yüze kalır. Mücadeleci, öncü, örgütlü işçilerin görevi o günü yakın eylemek için, sömürü düzenini yıkmak için canla başla çalışmaktır.