Bugün bir arkadaşım bana internetteki bir haberi gönderdi. Başlığı “unutursak kalbimiz kurusun...” şeklindeydi. Dikkatimi çekti ve okumaya başladığımda gerçekten kalbimin sıkıştığını hissettim. Bugüne kadar iş kazalarında ölen çocuk işçilerden, soğuktan ve yoksulluktan ölen bebek ve çocuklara, geçim sıkıntısı nedeniyle çocuğuna bir pantolon alamadığı için intihar eden babalara kadar haberler tek tek hatırlatılıyordu. Haberin başlığı gerçekten çok acı verici ancak doğru atılmıştı: “Unutursak kalbimiz kurusun...”
Van’ın Gürpınar ilçesinde hayatını kaybeden 2 yaşındaki Muharrem Taş’ın cenazesinin babası tarafından bir çuvalla taşınmak zorunda kalınması, zamanın Çevre ve Şehircilik Bakanının kanser ilaçlarına ulaşamadığı için isyan eden kızın cebine bir kaç yüz lira sıkıştırması, 13 yaşında fabrikada pres makinesine sıkışarak feci şekilde can veren Ahmet Yıldız’ın haberi bunlardan sadece birkaçıydı. Tüm bunları, hatta daha fazlasını hatırlamak ve asla unutmamak elbette çok önemli. Ancak sınıfsal hafızamız olmadan bu yaşananlar öyle ya da böyle burjuvazinin günlük haber bombardımanı arasında uçup gidiyor. Diğer yandan, biz biliyoruz ki, burjuva medyanın bizden sakladığı daha nice intihar vakaları, nice iş cinayetleri yaşanmaya devam ediyor.
Ülkemizde her yıl iş kazalarında yüzlerce işçi hayatını kaybediyor. Bunlar bizim için düpedüz iş cinayeti iken burjuvazi için yalnızca birer “kaza”dan ibaret oluyorlar. Kimilerine göre “fıtrat” olarak nitelendirilen bu cinayetlerin sorumluları yargılanıp cezalandırılmadığı gibi bir de korunup, kollanarak suçları örtbas ediliyor. Kendilerine ve egemen konumda oldukları bu sisteme halel gelsin istemiyorlar. Kimse sesini çıkarmasın, herkes “kaderine” razı olsun istiyorlar. Çünkü onlara göre işçi sınıfının yegâne kaderi kapitalizmin çarklarında birer dişli olmaktan ibaret. Bugün geldiğimiz noktada dünyanın birçok ülkesinde çeşitli ayaklanmalar, isyanlar boy gösteriyor. Bu aslında işçi sınıfının bu sisteme razı olmadığını ve bir şeylerin değişmesi gerektiğini bizlere bir kez daha gösteriyor.
Bu hayatı var eden bizleriz. Ancak buna rağmen bu sistemde burjuvazinin çıkarları her zaman işçi sınıfının çıkarlarından önce yer alıyor. Sanki tüm dünya nimetleri sadece kendilerine sunulmuş, kendileri dışındaki herkes bu dünyaya onlara hizmet için gelmiş gibi davranıyorlar. Bu da bir kez daha gösteriyor ki bu sistem tamamen onların çıkarları temelinde işliyor. Bu sistem yaşamaya devam ettikçe de işçi sınıfının “kaderi” aynı olacaktır. Bu sistemi alaşağı etmeliyiz, üreten bizsek, yöneten de biz olmalıyız.