
İzmir’de yaşanan 6,8 büyüklüğündeki deprem sonucunda can veren 116 insan, açgözlülüğün, para hırsının, rant politikalarının kurbanı oldu. Binlerce insan evsiz kaldı, on binlerce insan kaosun ve bilinmezliğin travmatik sonucuna maruz kaldı. Depremi özetleyebileceğimiz bu birkaç cümle dahi depremin ne kadar siyasi bir mesele olduğunu gözler önüne sermekteyken, muhalefet temsilcileri en siyasi olunması gerektiği anda “depremin siyaseti olmaz!”, “felâketin siyaseti olmaz” diyerek yüreklere su serptiler! Üstelik siyasi iktidar zaten her şeyin üzerini bu söylemle kapatmaya çalışırken! O sırada İzmir’deki depremi nedense Samsun’da değerlendiren “Reis” ise CHP’li İzmir belediyesine yüklendi. Üstelik yıkılan binalar ANAP belediyesi döneminde ruhsatlandırılmış ve daha geçen yıl bizzat kendi paşa gönülleri tarafından imar barışıyla onaylanmışken! Ancak bu kez paşa gönlü deprem için hedefe muhalefeti koymayı istemiş. Paşa gönlüne imar barışını sormak da siyasi bir mesele ama önce muhalefete hatırlatmak gerekir ki deprem de gayet siyasi bir konudur!
İçinde yaşadığımız kapitalist toplumda her olaya ve olguya bakışımız, fikrimiz ve hatta neredeyse tüm eylemlerimiz siyasetle bir şekilde ilişkilidir. Bakkaldan aldığımız ekmek bile siyasetin nesnesidir. O ekmeğin fiyatının belirlenmesi ve yoksulluğumuz ile siyaset doğrudan bağlantılıdır. Ücretlerin düşük tutulması sermayenin isteğidir ve bu isteği bir siyaset haline getirip uygulayan iktidardır. O ekmeği alabilmek için kazandığımız paranın bilmem kaç bin katını bir patrona kazandırmadan o parayı alamayız. Aldığımız ekmeğe bile karışan siyasetin depreme nasıl karışmayacağını anlamak mümkün müdür?
Şimdi gelelim “siyasi olmayan” siyasi meseleler mevzuuna! Yakın tarihten başlayacak olursak, depremden bir hafta öncesine gitmemiz yeterli olacaktır. Soma ve Ermenek’teki maden işçilerinin sonsuz haklı direnişine Soma’da bir basın açıklamasıyla yanıt veren Türk-İş’e bağlı Maden-İş sendikası yönetimi, Genel Başkan Nurettin Akçul’un arkasına dizilerek şu açıklamayı yaptı: “Maden işçisi üzerinden siyaset yapmaya çalışıyorlar.” Evet, işçi sınıfını temsil ettiği iddiasındaki bir sendikanın başkanı, hakkını arayan maden işçilerinin hükümete ve patronlara karşı savunulmasını, “işçiler üzerinden siyaset yapmayın” diyerek eleştiriyordu! Malûm, Türk-İş’in kurulduğu günden bu yana dilinden düşürmediği şeydir “siyaset dışı sendikacılık.” Hayatı üreten işçi sınıfını patronlara karşı temsil eden bir örgüt, “aman siyasete bulaşmayalım” görüşünü savunmaktadır sınıf sendikacılığına karşı.
“… siyaseti olmaz” meselesine o kadar çok şahidiz ki bu ülkede en siyasi meseleler bile siyaset malzemesi yapılmamalı egemenlere göre! “Terör varken siyaset olmaz”, “Sel varken siyaset olmaz”, “Savaş varken siyaset olmaz”, “Hastalık varken siyaset olmaz”… Bunları çoğaltabiliriz. Siyaset, “üzerinden” değil yaslandığı, kol kola olduğu, birlikte olduğu, “…ile yapıldığı” sınıfa dayanır. Bahsi geçen siyasilerin tümü patronlar sınıfına yaslandığı ve patronlarla kol kola siyaset yaptıkları için siyasetleri kirli ve utanılacak halde. Onun için hassas konularda pisliklerini örtbas etmek için şunun siyaseti olmaz, bunu siyasete karıştırmayalım diyerek pisliklerini örtmeye çalışıyorlar. Oysaki siyaseti olmayan tüm meseleler biz işçiler için patronların siyasetinin ne kadar da aşağılık olduğunun ve biz işçilerin siyasetinin en has konuları olduğunun çarpıcı göstergeleridir. Depremde biz enkaz altında kalırız, sele ilk kapılan bizim çocuklarımız olur, savaşları onlar çıkarır biz ölürüz, hastalık en çok bizlerin arasında kol gezer.