Türkiye’de ekonomik gidişat hiç de iktidarın birkaç hafta öncesine kadar söylediği gibi şahlanmıyor. Zaten biz işçiler bunu uzun süredir çalışma ve yaşam koşullarımızın kötüleşmesinden anlayabiliyoruz. Gerek işten çıkarma tehditleri, mobing, gerekse de sendikasız çalışma ve uzun mesai saatleri. Her sektörde aynı sorunlar…
Geçtiğimiz günlerde işten çıkarılan market çalışanı ile yaptığım sohbeti sizlerle paylaşmak istiyorum. Ben araştırma ve geliştirme sektöründe çalışıyorum. Marketlerden fatura bilgisi alarak piyasa verilerini takip ediyor şirketler. Biz de bu faturaları, şirketler adına toplayan işçileriz. Yine geçen hafta bir markete fatura almak amacıyla gitmiştim. Mağazadaki arkadaşlarla sohbetten sonra, ben işe başladım. O sırada mağazanın eski çalışanlarından bir arkadaş ziyaret için uğradı. Bu arkadaş eskiden bu mağazaların birinde müdürlük yapıyormuş. Ancak mağazada yaşadığı haksızlıklara sessiz kalmamış ve en sonunda dayanamayıp işi bırakmış. Birçok kez fedakârlık yaptığını ama karşılını alamadığını anlattı. Aksine bu yaptıklarının karşılığında daha da çok baskı görüyormuş. Marketçilik sektöründe faaliyet yürüten bu mağazanın yaptığı birçok haksızlıkları anlattı.
“Bu mağazada çalışmayacaksın daha düzenli yerler var orada çalışacaksın, yoksa böyle nereye kadar?” dedi. Ben de; “tamam, ama söylediğin bu tür mağazalar sence nasıl bu kadar düzenli? Çalışanlarına değer verdikleri için değil ki. O mağazalarda sendika var da ondan” diye cevap verdim.
Yanımızdaki diğer arkadaş ise şöyle dedi: “Evet, ben eskiden söylediğin mağazada part-time çalıştım, o dönem sendika yoktu. Bize tam mesai çalışan muamelesi yapılıyordu ama maaşa gelince part-time parası veriliyordu. Ben o dönem sendikanın ne demek olduğunu da bilmezdim. Sanki gelse ne yapabilir ki diye düşünürdüm. Hatta insanlar dışarıda bekleyip bunun için bir şeyler yapmaya çalışırken, boş işler ile uğraşıyorlar sanırdım. Ama sendika bizim işyerine bir geldi ki benim maaşım bir buçuk katına yükseldi. İş yüküm azaldı. Artık fazla mesai yaptığımda paramı alıyordum. Hatta saatim dolduğunda müdürler bile gelip mesai saatin doldu hadi çık diyorlardı. Sendikanın nasıl önemli olduğunu o zaman anladım.”
Ben de ekledim: “Aynen öyle. Benim akrabalarım da daha önceden böyle şeyler yaşadı ben de örneklerini çok gördüm.” İşten ayrılan arkadaş bize katıldı. Hâlâ çalışmakta olan arkadaş ise; “şu an bu mağaza her yerde reklam yapıyor bizim 9 bin mağazamız var diye. Bu mağazalarda nerden baksan 50 bin çalışan var demektir. 25 bin artı 1 kişi sendikaya evet dese bir aya kalmaz burası da sendikalı olur. Her yıl Tez Koop-İş tarafından bu mağazaların çalışanlarına toplamda 4 adet mektup gönderiliyor. Bu mektuplar işçilere sendikanın önemini açıklayarak onları sendikalı olmaya davet eden mektuplardır. Ancak mağazanın kuralları gereği bu mektupları açmadan bölge müdürlerine vermemiz söyleniyor. Tabi çoğunluk bunu yapıyor maalesef” diye anlattı.
Bu verdiğim örnek eminim ki çoğu işçi arkadaşa tanıdık gelecek bir sohbettir. Her sektörde aynı sorunlar yaşanmakta. Peki, bu düzen hep böyle giderse biz işçi ve emekçilerin bundan ne çıkarı olabilir? Bu düzende sendika yok, kural yok, hak yok sadece patronların daha da zenginleşmesi için çalışmak var. Biz işçilere düşen sefalet koşulları var. Bunlar bir anda çözülüp kaybolacak sorunlar değil maalesef. Bu sorunları hepimiz yaşıyoruz ve hepimizin yaşadığı sorunların çözümü için ortak bir mücadele yürütmemiz gerek. Önce kendi işyerimizden başlayarak bu mücadelede ilerlememiz gerek. Aksi takdirde biz işçilere reva görülen hayat ortada. Ortak sorunlarımız için ortak mücadeleye!