
“Yuvayı dişi kuş yapar” atasözünü sık sık duyarız. Yuvayı dişi kuş mu yapar gerçekten? Aslında hayır. Bazı kuş cinslerinde yuvalar erkek kuşlar tarafından yapılır. Sonra dişi kuşların beğenisine sunulur. Eğer dişiler bu yuvaları beğenirlerse, erkeklerle çiftleşirler ve yavruları bu yuvalarda büyütürler. Yuvanın büyük bir kısmını erkek kuşlar yapar ancak geri kalan kısımda dişiler yuvaya katkı sağlar. Yani doğada yuva elbirliğiyle inşa edilir.
Sınıflı toplumlarda kadının görevi daha baştan belirlenmiştir; yemek yapmak, çocuk doğurmak ve bakmak, ev temizlemek... Yani evi çekip çevirmek kadının görevidir. Kapitalizmde kadınlar daha fazla çalışma yaşamına katılmış yine de bu anlayış değişmemiştir. Kadın çalışsa da çalışmasa da sanki bu işler onun doğal vazifeleriymiş gibi kabul edilir.
Ev işleri kadınların görevi olarak görülüyor, kadının sınırları ve toplumsal rolü ona göre çiziliyor. Kadınlar evin rutin ve bıktırıcı işleriyle boğuşup duruyor, dış dünyayla bağları zayıflıyor. Egemenler tam da bunu istiyor; kadınlar dışarıda neler olup bittiğiyle ilgilenmesin, itaat etsin, bulduğuyla yetinsin. Aza kanaat eden, azı çok eden, “kan kusup kızılcık şerbeti içtim” diyen kadın makbul kadın olarak resmediliyor. Buna karşın yaşadıklarını sorgulayan, ailesine dayatılan yoksulluğa isyan eden kadın ise huzur bozan, gelenekleri dikkate almayan, cadaloz olarak algılatılmak isteniyor.
Egemenler kendi düzenleri devam etsin diye işçi sınıfının kadınına, erkeğine, gencine kendi çıkarına uygun roller biçmiş. İşçi sınıfının her düzeydeki dayanışması onların düzenini tehdit ediyor. Buna aile içi gerçek dayanışma ve paylaşımda dâhil. Biri hep ezilen olmalı ki kapitalist toplumdaki ezen ezilen ilişkisi normal karşılansın. Hayatlarımızı doğumumuzdan ölümümüze kadar kontrol altına almak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Biz emekçi kadınlar bize dayatılan bu kadın rolünü kabul etmemeli, gurur kaynağı olarak görmemeliyiz. İşçi sınıfının kadını ve erkeği olarak bizler bugünü de geleceği de omuz omuza birlikte örmeliyiz.