
Metal işçisi bir kadın şöyle dert yanıyor bezginlikle: “İki kızım var. Anne-baba olarak çok sıkıntılıyız. Mutsuz olmasınlar diye her istediklerini alıyoruz. Kıyafet, cep telefonu, ne isterlerse… Ama bir türlü yüzlerini güldüremiyoruz. Özellikle büyüğü önce seviniyor, sonra bir bakıyoruz yine surat asıyor. Telefonu da fırlatmış bir kenara, şimdi tablet istiyor. Ne yapacağımızı şaşırdık.”
Tanıdık sözler, tanıdık dertler, öyle değil mi? Nice emekçi anne-baba aynı sorunlardan bahsediyor. Şimdiki çocukların kıymet bilmediklerini, istedikleri şey olana kadar inat edip elde ettikten sonra yine o eski mutsuz, doyumsuz hallerine geri döndüklerini söyleyerek çocuklarını suçluyorlar. “Bize bir ayakkabı alındığı zaman sevinçten havalara uçardık. Bir oyuncakla dünyalar bizim olurdu. Ama şimdiki çocuklar asla tatmin olmuyorlar, kıymet bilmiyorlar. Biz hangi koşullarda çalışıyoruz, parayı nasıl kazanıyoruz, para var mı yok mu, asla düşünmüyorlar” diyorlar.
Kardeşler, eğer yürüdüğümüz yol yanlışsa asla doğru yere varamayız. Düşünme yöntemimiz yanlışsa asla doğru sonuçlara ulaşamayız. Çözüm bulamayız. Elbette koşullar değişti ama bilelim ki asıl sorun bugünkü çocukların, geçmişteki çocuklardan farklı olması değil. Gelin meseleyi daha derinden düşünelim, sorunun kaynağını doğru kavramaya çalışalım.
Günümüzde teknoloji ve üretim araçları öyle gelişti ki tüm insanların ihtiyaçlarını karşılamak, açlığı ve yoksulluğu yok etmek, boş zaman yaratmak, kısacası bir yeryüzü cenneti yaratmak mümkün. Oysa gelin görün ki üretilen zenginliklere bir avuç insan el koyuyor, öte yanda milyarlarca insan geçim derdi ile boğuşuyor. Biz de bu milyarların içindeyiz, işçi sınıfının bir parçasıyız. Ekonomik kriz derinleşip yaşam koşullarımız ağırlaştıkça her gün bir önceki günü aratıyor. En temel ihtiyaçlarımızın fiyat etiketleri birkaç gün arayla değişiyor, ücretlerimiz günden güne eriyor.
Sermayelerini büyütmek isteyen kapitalistler bir yandan ücretlerimizi üç kuruşla sınırlı tutarken bir yandan da tüm toplumu yani bizi ve çocuklarımızı daha fazla satın almaya, tüketmeye teşvik ediyorlar. Televizyonlar, reklamlar, cafcaflı alışveriş merkezleri, zenginlerin yaşamına özendiren diziler beynimize her an “tüketin”, “satın alın” mesajı üflüyorlar. Daha fazla tüketerek, daha fazla şeye sahip olarak toplumda saygı ve statü sahibi olacağımız yalanını ısrarla tekrarlıyorlar. Reklamı yapılan o gösterişli eşyalara sahip olamazsak değersiz olacağımızı ima ediyorlar.
Peki, bizler bu tuzağa düşmüyor muyuz? Aslında imkânsız olduğu halde çocuklarımıza istedikleri her şeyi almaya çalışarak kendimizi tüketip çocuklarımızı da yanılsamalara sürüklemiyor muyuz? Üç kuruş ücretimizi bir nebze olsun arttırmak ve çocuklarımıza o pahalı cep telefonlarından almak için fazla mesailere kalmıyor muyuz? “Bizim ezildiğimiz gibi ezilmesinler”, “arkadaşları karşısında eziklik hissetmesinler” diyerek çırpınmıyor muyuz? Oysa hayat bizim için nasıl kolay değilse evlatlarımız için de kolay olmayacak. Evlatlarımız hayallerini, dizilerdeki yaşamları değil gerçekleri yaşayacaklar!
O halde önce evlatlarımıza “yok” dediğimizde eziklik hissetmeyi, her istediklerini alamıyoruz diye üzülmeyi bırakmalıyız. Onlara gerçekleri, işçi sınıfının çocukları ve gençleri olduklarını anlatmalıyız. İşçi olduğumuz için, sömürüldüğümüz için yoksul olduğumuzu, bunun utanılacak bir şey olmadığını kavratmalıyız. İhtiyaçlarını yeterince karşılayamıyorsak bunun bizim suçumuz olmadığını göstermeliyiz. Onlara kim olduklarını, hangi sınıfın evlatları olduklarını, hangi zorluklarla yüz yüze geleceklerini, ne yapmaları gerektiğini öğretmeliyiz.
Çocuklarımız kendi gerçeklerinden kopuyorsa, ailelerin içinde bulunduğu zor koşulları algılayamıyorsa bunun suçlusu onlara olmadık umutlar ve hayaller pompalayan, ama ailelerini yoksul, onları geleceksiz bırakarak bu umutların hepsini boşa çıkaran kapitalist düzendir. İşçi aileleri olarak evlatlarımızı her istediklerini parayla satın alabilen zengin sınıflardan ailelerin çocukları gibi yetiştirmemiz imkânsızdır, buna özenmek de yanlıştır. Patronlara zenginlik ve ihtişam sunan, biz işçileri ise yoksulluğa iten kapitalist düzene karşı birlikte mücadele etmeliyiz. Emekçi kadınlar, işçi aileleri ve işçi çocukları olarak UİD-DER çatısı altında bir arada olmalıyız.