
Ermişlerden birine sormuşlar bir gün, “dayanışmanın sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?” diye. “Bakın göstereyim” diyen ermiş, sevgi ve dayanışma sözcüklerini dillerinden düşürmeyenleri çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuş sofradaki yerlerine. Tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş. Ama çorbaları içmek için derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar getirilmiş. Ermiş davetlilere bu kaşıkların ucundan tutup öyle yemelerini şart koşmuş. Peki demişler ve kaşıklarını uzatmışlar. Fakat kaşıklar uzun olduğu için çorbayı dökmeden götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda pes etmişler ve aç kalkmışlar sofradan. Ermiş, sonra sevgiyi, dayanışmayı gerçekten bilenleri çağırmış yemeğe. Bu defa sevgi dolu, yüzleri aydınlık, gözlerinin içi gülen insanlar oturmuş sofraya. Ermiş “buyurun” deyince, her biri uzun kaşığını çorbaya daldırıp karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurarak kalkmış sofradan. Kimse aç kalmamış. Ermiş demiş ki “kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse aç kalacaktır.”
Bu hikâye bir süredir salgın korkusuyla yönetenlerin işçilerin arasındaki dayanışmayı nasıl parçalamaya çalıştıklarını aklıma getirdi. Sınıfımın penceresinden bakınca işçiler olarak dayanışmamızın, birlikte hareket etmemizin ne kadar önemli olduğunu hatırlattı. Virüs nedeniyle giderek ağırlaşan yaşam koşullarımız ortadayken, bizim en önemli mücadele gücümüz birlik ve dayanışmamızdır. Kapitalist düzen işçilere her fırsatta “babana bile güvenme” diyerek bencilliği dayatıyor. Asgari ücretle uzun saatler güvencesiz çalıştırılıyor, iş kazalarında canımızdan oluyoruz. Kriz patlak verdiğinde işimizden, ekmeğimizden oluyoruz. Bizim yoksulluğumuzla dalga geçip bize tepeden bakarak “Türkiye için yoksulluk sorun olmaktan çıktı, yoksulluk yok” diyorlar. “Milletin midesine kuru ekmek giriyorsa aç değildir” diyerek, bizim emeğimizi bizden çalarak, vergilerimizle ceplerini doldurup tepelerden ahkâm kesiyorlar.
Sınıf olarak çorbamız da kaşığımız da bir. Birbirimize sahip çıkmadan, birleşmeden, dayanışmadan çorbamızı içemeyiz, karnımızı doyuramayız. Bize reva görülen kötü yaşam koşullarımızı değiştiremeyiz. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen, ışık saçan, yarına umutla bakan işçiler olmanın yolu mücadele etmekten geçiyor. Birbirimize güvenmeli ve örgütlenmeliyiz. Kaşığı birbirimize uzatarak çorbayı bölüşmeyi de, bizi sömürenlere karşı birlikte mücadele etmeyi de öğrenmeli, aşımızı çorbamızı çoğaltmalıyız.