
Kapitalist sistemin küresel krizi, küresel ısınma ve iklim değişikliği, koronavirüs salgınının kısa zamanda küreselleşmesi, Ortadoğu’da yoğunlaşan Üçüncü Dünya Savaşı… Bir çırpıda art arda sıraladığımız bu başlıktaki sorunlar tüm insanlığı derinden sarsıyor. Günümüzde birçok toplumsal sorun kısa zamanda dünya sahnesine çıkarak küreselleşiyor. Mesela göç sorunu! Suriye’den Afrika’ya yüz binlerce göçmen Türkiye ve İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaşmaya çalışıyor. Latin Amerikalı on binlerce emekçi Meksika’ya ve oradan da ABD’ye akıyor. Keza İran, Afganistan ve Pakistan’ı da içine alan coğrafi kuşaktan insanlar, okyanusu aşarak Avustralya kıtasına ulaşmak için ölümü göze alıyorlar. Hepsinin de amacı iş ve aş bulmak, daha iyi bir yaşama kavuşmaktır. Dolayısıyla ekonomik kriz, iklim değişikliği ve salgın gibi göç konusu da küresel bir sorundur, Türkiye’den Amerika’ya tüm dünya emekçilerini yakından ilgilendirmektedir.
Elbette tüm bu sorunlara yol açan kapitalist sömürü düzenidir. Kapitalizm eşitsizliğe ve adaletsizliğe dayalı bir sistemdir ve kaç zamandır bağrında biriken büyük sorunlar patlıyor. Bu sistem alabildiğine çürümüş ve çıkmaza saplanmıştır. Tam da bu yüzden en küçük sorunu bile çözemiyor. Tersine, küresel ısınmadan salgına, işsizlik ve yoksulluktan kent sorunlarına, sağlıktan eğitime kadar her alanda sürekli yeni sorunlar üreterek devasa bir yumağa dönüştürüyor. Tık nefes bir ihtiyardan nasıl ki yüz metre koşusu beklemek anlamsız bir hayalse, çürümüş bir sistemden bu sorunları çözmesini beklemek de aynı şekilde boş bir hayaldir. Şüphe yok ki tüm bu sorunlar ancak kapitalizm tarihin çöplüğüne atılırsa çözülebilir ve bunu da işçi sınıfı yapabilir. Çünkü tüm üretimi gerçekleştirdiği halde, kapitalizmin yarattığı cehennem koşullarında yaşayan dünya işçi sınıfıdır. Bu nedenle, hangi ülkede yaşarsa yaşasın hiçbir emekçi, “bu sorunlar beni ilgilendirmez” dememelidir. Bu sorunlar, pahalılıktan yağ alamayıp çocuklarına kek yapamayan Gebzeli işçi eşini de, Çorum’da işi için direnen metal işçisini de, Brezilya’nın sefalet giymiş mahallelerinde yaşam mücadelesi veren emekçiyi de, Çin’de iliklerine kadar sömürülen çekik gözlü işçi kardeşimizi de, Afrika’da çocuklarını doyurmak için bir lokmanın peşinde koşan siyah derili kadını da, ABD’de gıda kuyruğuna giren emekçiyi de derinden etkilemektedir.
“Ben ekmeğimin peşindeyim, bu büyük sorunlar beni aşar” diyen her işçi bilmelidir ki, bu sorunlardan kaçış yoktur. Bu sorunlara duyarsız kalmak, sefaletimizin asıl kaynağına duyarsız kalarak aynı koşullarda yaşamayı kabul etmektir. Zira işsizliğin, yoksulluğun, ekmeğimizin küçülmesinin asıl sorumlusu kapitalizmdir. Dolayısıyla her emekçi yaşadığı dünyanın sorunlarına sırt çeviremeyeceğini bilmelidir. Bugün geçmişten çok farklı bir dünyada yaşıyoruz. Kapitalist üretim tarzının hâkim olmasıyla birlikte tüm ülkeler birbirine bağlanmış, ulusal ve yerel pazarların yerini dünya pazarı almıştır. Yeni teknolojilerin de etkisiyle üretim süreci özellikle son 30 yılda daha fazla küreselleşmiş, Çin’den ABD’ye tüm ülkeler küresel bant zincirinin parçası haline gelmişlerdir. İşte bu yüzdendir ki Çin’de üretim durduğu zaman Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar geniş bir coğrafyayı etkilemekte, Türkiye’de işçilerin işsiz kalmasına yol açmaktadır.
Egemen sınıfa ait bir avuç asalağı kenara koyarsak, tüm insanlığın ve emekçilerin kaderi ortaktır. Bu gerçeklik koronavirüs salgınıyla bir kez daha doğrulanmıştır. Salgın küreseldir ve virüslerin dünyasında milliyetçilik kavramı gelişmemiştir! Keza küresel ısınma ve iklim değişikliğini ele alalım. Avustralya kıtasını boydan boya saran orman yangınları, ABD’de tufan benzeri kasırgalar, Türkiye’de kuraklık ve susuzluk olarak kendini gösteren küresel iklim değişikliği tüm insanlığın ortak sorunu değil mi? Dünyadaki oksijenin yüzde 20’sini üreten amazon ormanları yandığında, rant peşindeki Brezilyalı egemenler uzun süre yangını söndürmeye yanaşmadılar. Bu alçaklık karşısında hangi emekçi “bana ne” diyerek öfkelenmez? Yaşam alanlarının talan edilmesine karşı mücadele eden Amerikalı yerliler ile Ordu ya da Artvin’de açgözlü egemenlerin her dereye HES kurarak suları kurutmasına karşı mücadele eden köylüler arasındaki derin bağı görmemek körlüktür!
Görmek ve anlamak zorundayız: Kapitalist açgözlülük dünyamızı her geçen gün daha fazla yaşanmaz bir yere dönüştürüyor. Üstelik bu kapitalist açgözlülüğü insan ihtiyaçlarının sınırsız olmasıyla açıklıyorlar. Doğa kirleniyor ve iklim değişiyorsa “hepimiz suçluyuz” demeye getiriyorlar. Kuşkusuz insanların fiziksel, sosyal ve manevi ihtiyaçları yaşadıkları topluma ve çağa göre değişir. Ancak insanların ihtiyaçlarının sınırsız olduğu söylemi tam bir kapitalist palavradır. Doğayı tahrip ederek zarar veren insan doğası değil kapitalist üretimin doğasıdır. Dolayısıyla asıl suçlu olan kapitalist egemenlerdir. Bir toplumu anlamanın yolu, o toplumun nasıl ürettiği ve nasıl bölüştüğünü anlamaktan geçer. Kapitalist sistemde üretim yapılırken insan, toplum ve doğa zerrece umursanmaz. Üretimin tek amacı kâr elde etmek ve sermayeyi büyütmektir. Bu yüzden insanların gerçek ihtiyaçları ve konforu önemsenmeden kâra dayalı bir üretim sürdürülür. Son günlerde SMA hastalığı kapsamında gündeme geldiği üzere, birçok aşı kârlı olmadığı için ya üretilmemekte ya da maliyetinin yüzlerce katına satılmaktadır. İnsanların felç kalması ve ömürleri boyunca çekilmez koşullarda yaşaması egemenlerin umurunda değildir.
Kapitalist sömürü düzeni korkunç çelişkiler okyanusudur. Bir taraftan insanların gerçek ihtiyaçları dikkate alınarak üretim yapılmazken, öte taraftan bir güç ve statü göstergesi olarak tüketim sürekli kışkırtılmaktadır. Sanki insanlar durmaksızın tüketir ve daha fazla metaya sahip olurlarsa mutlu olabilirlermiş, toplumsal ve manevi ihtiyaçlarını bu şekilde karşılayabilirlermiş gibi bir algı yaratılıyor. Gerçekte kapitalizm insanın ruh dünyasında kocaman maneviyat uçurumu yaratmaktadır. Bu toplumda insanlar kendilerini umutsuz ve geleceksiz hissediyor. Depresyon denen olgunun bu çağa ait olması bir tesadüf değildir. Bir tarafta yeryüzü cennetini yaratabilecek olanaklar ama öte tarafta işsizlik, açlık, yoksulluk ve yoksunluk! Kapitalist açgözlülükten dolayı zenginlik durmaksızın bir avuç asalağın elinde toplanıyor. Dünyada yalnızca 2200 kişi 11,4 trilyona hükmederken, 2 milyar insan açlık çekiyor. Örneğin ABD’de kriz ve salgından dolayı on milyonlarca işçi işten atılırken, aynı dönemde Amerikalı süper zenginler servetlerine tam 1 trilyon dolar eklediler. Bu ülkede bir avuç süper zenginin toplam serveti, 165 milyon insanın toplam zenginliğinden fazladır. Keza Türkiye’de emekçilere “kuru ekmek” layık görülürken, yandaşlar başta olmak üzere sermaye sınıfı kâr rekorları kırıyor.
Milyarları sefalete iten, insanlarımızı intihara sürükleyen, ormanlarımızı talan eden, derelerimizi kurutan, kentleri tımarhaneye dönüştüren kapitalist açgözlülüktür. Bu gerçeği görmek, ekmeğimizin küçülmesiyle dünya sahnesinde cereyan eden “büyük sorunlar” arasındaki bağı kurmak zorundayız. Tüm ekonomik sorunlar aynı zamanda politiktir. Dolayısıyla ekonomik sorunlardan şikâyet etmek yetmez, o sorunları doğuran politikaları sorgulamalıyız. Gerçeği bir bütün olarak görmeden, sınıf bilinci kazanmadan, dayanışmamızı büyütmeden ve elbette birleşip mücadele etmeden sorunlarımızı çözemeyiz!