
New York, Tokyo, Hong Kong, Şangay, İstanbul… Saydığımız, sayamadığımız nice mega kentin adını duyduğumuzda koca gökdelenler, rengârenk ışıklı cadde ve meydanlar gelir gözümüzün önüne. Sanayinin, teknolojinin, ticaretin kalbidir bu şehirler, bulundukları ülkelerin adeta reklam yüzüdür. Buralarda zenginliğin, şatafat ve ihtişamın somutlandığını, tabiri caizse vücut bulduğunu görürüz. Peki, bu ışıltılı şehirlerin göz kamaştırıcı fotoğraflarının ardına bakınca neler görürüz? Kapitalist sömürü düzeninin akıl almazlığı, en derin çelişkileri gizlidir bu koca kentlerde... Elbette bakıp da görmesini bilen gözler için!
İstanbul örneğin… Tarihi mekânlarıyla, boğazı ve kıyılarıyla Türkiye’nin göz bebeği, dünyanınsa en güzel kentlerinden biridir. İstanbul güzel şehir ancak en çok da yalılarda yaşayan, her gün boğaz manzarasına uyanan insanlar için... Peki ya işçiler, emekçiler, her geçen gün şehrin daha da dışına itilen yoksullar için? Hayatı mahallesiyle işyeri arasında geçen işçiler için de İstanbul aynı İstanbul mudur? Bugün milyonlarca işçi ve emekçi için İstanbul, servis güzergâhından yahut işe gitmek için kullandığı metrobüs, metro duraklarından ibaret. Koştur koştur işe gidiyor milyonlarca insan ve ancak gecenin bir vakti eve dönüyor. İstanbullu emekçinin İstanbul’u gezmek için ya vakti ya parası ya da çalışmaktan mecali yok. Yoksul mahallelerinde sıkışıp kalanlar arasında denizi hiç görmeyenlerin sayısı hiç de az değil. O meşhur Boğaz’ı ise ancak metrobüsle karşı yakaya geçerken görebiliyor kimi emekçiler... Tabii balık istifi metrobüste cam kenarı yer kapan şanslılardan biriyse!
Bu kentte yaşadığı için emekçiler en ufak bir ayrıcalığa sahip değiller! Şehrin güzelliklerinden mahrum kalmanın yanı sıra, onlar bu mega kentlerin mega sorunlarıyla da boğuşuyorlar. Metro, metrobüs demişken ulaşımdan bahsetmemek olmaz. İstanbul’daki ulaşım sorunu haklı olarak herkesin dilinde... Hem toplu taşıma araçlarının yetersiz ve kalabalık oluşu hem de trafik yoğunluğu bu kentin emekçileri için ulaşımı adeta çileye dönüştürüyor. 8 saatlik işgünü, trafikte geçen süreyle birlikte 11-12 saate çıkıyor. Dile kolay 20 milyona yakın insan! Nüfusu 130 ülkeden daha kalabalık olan İstanbul’da her gün milyonlar evden işe, işten eve ulaşmaya çalışıyor.
İstanbul’da büyük bir depremin gerçekleşeceği herkesin bildiği ancak iktidardakilerin gözlerini kapadığı bir gerçek! Kent yıllar içinde öyle bir hale getirildi ki akıllara zarar. Yapı stoku son derece dayanıksız... Toplanma alanlarının yetersizliğini konuşuyoruz ama deprem sonrasında daracık sokaklardan toplanma alanlarına güvenli bir şekilde ulaşmak dahi mümkün olamayabilir. Günden güne büyüyen İstanbul, aynı diğer kentler gibi, bir afet planı gözetilerek inşa edilmiyor, umursanmıyor.
Son günlerde gündeme gelen bir başka sorun da susuzluk. Kuşkusuz insan yaşamı için en temel ihtiyaçlardan biri olan sudan yoksun kalmak gerçek anlamda bir felaket. Bu sorunun temel nedenlerinden birini doğanın kapitalistlerce fütursuzca tahrip edilmesi oluşturuyor. Şehirlerin nüfusunun her geçen gün artması ise sorunun katmerleşmesine sebep oluyor. Su kaynakları gün geçtikçe yetersiz kalıyor. Bir yandan kuraklık tehlikesi varken, öte yandan alt yapı sorunları nedeniyle yarım saatlik yağmur bile felakete dönüşebiliyor, hayat adeta felç oluyor.
Sorunlar saymakla bitmez ama bilelim ki kentlerin emekçiler için adeta cangıla dönüşmesinin bir sebebi var. Bu sistemde sermayenin çıkarları temelinde ticaret, sanayi ve diğer iş alanları belli şehirlerde toplanır. Milyonlarca işçi ailesi de yurdun dört bir yanından, hatta kıtalararası göç yollarından büyük kentlere akar. Plansız bir şekilde büyüyen kentlerde emekçiler, bir avuç gökyüzüne, toprağa ve yeşile hasret kaldıkları gibi pek çok sorunla da boğuşurlar.
Ama neden? Neden sanayi tüm ülkeye yayılarak nüfusun orantılı bir şekilde dağılması sağlanmıyor? Neden kentler insana yaraşır şekilde inşa edilmiyor? Bu soruları İşçi Dayanışması gazetesini düzenli olarak takip eden bilinçli bir işçi hemen cevaplayabilir. Kapitalist kâr düzeninde insan ihtiyaçları, toplum çıkarları gözetilmez. Kapitalizmin tek kutsalı kârdır. İşin aslı açıktır; kapitalist sömürü düzeni, doğası gereği mega kentler yaratır, kentlerin mega dertlerini de yoksul emekçilerin sırtına yıkıverir. Peki ya kangrenleşen bu sorunun çözümü? Eskilerin dediği gibi “dert bizde derman ellerimizdedir!”