Merhaba dostlar. Ben geleceğine karşı umudu hâlâ diri tutmaya çalışan, güzel günlere inanan bir öğrenciyim. Annem de babam da küçük yaşlarımdan itibaren hep çalıştı. Ben ve kardeşim bir süre babaannemle kaldık. Sonra büyüdüm, annem çalıştığı için evin işlerini öğrenme, yemek yapma, kardeşime bakma sorumluluğunu yüklendim. Hem derslerimle ilgileniyor hem de bu işleri yapıyordum. Hem babam hem de annem hep ağır işlerde çalıştılar. Yorgun argın eve geliyorlardı. İki, üç kuruş fazla almak için mesailere kalıyorlardı. Sonra yaz aylarında ben de çalışmaya başladım, çoğu ağır işlerdi. Güneşin altında saatlerce, günlük 30 liraya çalıştığım zamanları hatırlıyorum. Sadece bir gün hafta tatilim olurdu onda da eve tıkılır, otururduk. Ne tatil yerlerine gittik ne de gezebildik. Peki neden?
Annem babam onca sene çalıştılar, didindiler. Ne için? İki, üç kuruş fazla kazanmak için. Ama sürekli yapılan zamlarla hep kendilerini sıkmak zorunda kaldılar. Soruyorum: Ne için çalışıyorlar, ne için çalışıyoruz? Bu hayatı kimin için yaşıyoruz? Birileri iki lokma ekmek için diyor, boğazından kuru ekmek geçiyorsa aç değildir diyor. Bunu utanmadan dile getiriyorlar. Oradan nasıl gözüküyoruz çok merak ediyorum. Biz çalışıyoruz, biz emek veriyoruz ancak neden biz fakiriz? Neden iki lokma ekmeği bile bulamayıp intihar edenler var? Neden çocuklarını saç kurutma makinesiyle ısıtmaya çalışıp yan odada intihar eden anneler var? Neden gelecekten beklentilerini kaybedip intihar eden gençler var? Bu çaresizliğe neden itiliyoruz, neden sadece şükretmemiz gerektiği söyleniyor? Eksik bir şey var sanki?
Geçen haftalarda UİD-DER’li genç arkadaşlarla bir araya geldik, videolar izledik. Ziya Egeli’nin bir şiiri okundu. “Uzat elini kardeş, uzat/Uzat da tut ellerimizi [1]” demiş şiirinde. Ne güzel demiş. Dinlerken her dizesinde çok şey düşünüyor insan. Yalanlarına, haklarımızı yemelerine, adaletsizliklerine, sömürülerine el ele karşı çıkıyoruz. Çıkmaya da devam edeceğiz. Yaşasın Örgütlülük!