
Dünya ticaretinin %83’ü deniz taşımacılığı ile yani gemilerle yapılıyor. Peki, bu gemileri yüzdüren kocaman makineler ya da suyun kaldırma kuvveti midir? Ya da ticaretin olmasını sağlayanlar parayı basıp gemi satın alan armatörler midir? Uzaktan bakınca öyle görünüyor. Fakat gerçeklik öyle değil. O tonlarca ağırlıktaki gemiler, içinde çalışan deniz işçilerinin sırtında yüzüyor! Gemi battığı zaman boğulan, donan, köpek balığı saldırılarına maruz kalan deniz işçileridir. Gemi patladığı zaman alevler içinde küle dönen ya da sakat kalan deniz işçileridir. Korsanlar saldırdığında kurşunlanıp ölen, yaralanan ya da kaçırılan deniz işçileridir. Tüm bunları yaşayıp da “yıpranmayanlar” ise yine deniz işçileridir. Son zamanlarda yaşanan acı olaylar deniz işçilerinin bu durumunu bir kez daha su yüzüne çıkarmıştır. Son olarak Gine Körfezinde 19 mürettebatı ile M/V Mozart isimli gemi korsan saldırısına uğradı.
Liberya bayraklı Mozart gemisi Nijerya’nın Lagos Limanından aldığı konteynerleri Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Cape Town Limanına götürürken korsanların saldırısına uğradı. Saatler süren ve filmleri aratmayan saldırı sonucunda korsanlar gemiyi ele geçirdiler. Demir kapılar ardına saklanan denizcileri bulup üzerlerine ateş açtılar ve Azerbaycanlı bir denizciyi öldürdüler. 3 kişiyi yaralayıp geri kalan 15 denizciyi kaçırarak gemiyi terk ettiler.
Bu olayla tekrar gündeme gelen korsan saldırıları ilk defa yaşanmıyor. Uluslararası Ticaret Odası (ICC) raporuna göre geçtiğimiz yıl 195 korsan saldırısı olmuş ve 135 denizci bu saldırılar sonucu kaçırılmıştır. Bu kadar fazla saldırının olduğu, denizcilerin bu bölgelerde sürekli öldürüldüğü ya da kaçırıldığı bilinmesine rağmen neden önlem alınmıyor? Can pazarında denizciler tek başlarına kalıyorlar. Kendi canlarını korumak için kendilerince önlemler alıp geminin çevresini dikenli tellerle kapatıyorlar ya da ağır silahlarla saldıran korsanlara tazyikli suyla karşılık vermeye çalışıyorlar.
Yaşanan bu olaylarla birlikte gündeme gelen bir diğer konu ise deniz işçilerinin yıpranma payı hakkı oldu. Türkiye’de deniz işçilerinin yıpranma payı hakkı 2008 yılında yürürlükten kaldırıldı. Yıpranma payı, deniz işçilerinin denizde geçirdiği her 360 güne karşılık 90 günlük hizmet süresiyle, erken emeklilik hakkı demekti. Fakat denizcilerin hakkı olan yıpranma payı ellerinden alındı. Patronlar sınıfı deniz işçilerinin yıpranmadığını söylüyor. Peki, gerçekten öyle mi? Yıpranmaz dedikleri deniz işçileri gemilerde, tehlikeli bir ortamda çalışıyor ve yaşıyorlar. Yüksek elektriğe maruz kalıyor, kimyasal maddeler içeren alanlarda çalışıyorlar. Yeri geliyor saatlerce uykusuz kalıyorlar. Aylarca sevdiklerinden uzakta yüzen bir demir yığınının içinde psikolojik savaş veriyorlar. Bu yüzden hakları olan yıpranma paylarını geri istiyorlar.
Denizcilik alanında, karada ve denizde binlerce emekçi gece gündüz ter akıtıyor. Bir tarafta denizde türlü tehlikelerle boğuşanlar, diğer tarafta ise limanlarda, tersanelerde, atölyelerde iş kazalarına kurban gidenler var. Her geçen gün iş cinayetlerine yenileri ekleniyor. Kırılıp batan gemilerde can verenler, okyanusun ortasında yanan gemilerde soluksuz kalanlar, en sağlıksız koşullarda yaşam mücadelesi verenler… Özellikle iş cinayetleri son günlerde tersane bölgesinde artmış durumda. Neredeyse her hafta tersanelerden veya gemilerden iş kazası haberleri alıyoruz. Sermaye sahipleri, armatörler ısrarla işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almamaya devam ediyorlar, olan emekçiye oluyor.
Biz genç deniz işçileri olarak kendi gerçekliğimizin farkındayız. Üniversitelerde vaat edilen şatafatlı yaşamlar değil bizim geleceğimiz. Bizim derdimiz insanca çalışmak, insanca yaşamak. Gönül verdiğimiz deryalarda ölmemek. İşte bu yüzden biz deniz işçileri birlik olmalıyız. İş cinayetlerine, sağlıksız çalışma koşullarına, yıpranma payımızın elimizden alınmasına karşı sesimizi yükseltmeliyiz. Özellikle biz gençlerin görevi tüm bunların farkında olup kendi sınıf kimliğimizi koruyarak diğer işçi kardeşlerimizle birlikte mücadeleyi sürdürmektir.