
Annem “kızım ne olursa olsun bir erkeğe muhtaç olma, her zaman ekonomik özgürlüğün olsun. Kendi ayakların üzerinde durabil ki istediğin kararı özgürce verebilesin” derdi hep. Çok güzel, anlamlı temennilerdi bunlar ve bu şekilde yetişmem için elinden geleni yaptı. Annem tüm iyi niyetiyle bana bildiği her şeyi aktarmaya çalıştı. Ancak annem sınıf bilinçli bir emekçi kadın değildi. Bu nedenle bana hayatta ayakta durmayı öğretirken çok önemli bir şeyi eksik bıraktığını ben UİD-DER’e geldikten sonra öğrendim.
Kapitalist sistemde bir emekçi kadın olarak “ekonomik özgürlüğünün” olması seni gerçek anlamıyla özgür yapmıyor. Bu sistemde kadınıyla erkeğiyle işçi sınıfının yaşamını egemenler belirliyor. Erkek egemen bir sistemde kadınlar çifte sömürüye maruz kalıyor. Erkek egemen zihniyet körüklenerek emekçi kadınlar işçi sınıfının erkekleri üzerinden zapturapt altına alınmaya çalışılıyor. Kapitalistler emekçi kadınları fabrikalarda, işyerlerinde çalıştırılacak ucuz işgücü olarak görüyor ve işlerine geldiğinde “kadın erkek hepimiz çalışmalı, ekonomiye katkıda bulunmalıyız” diyerek daha fazla sayıda kadını sömürmenin yollarını arıyorlar. Ama başka türlüsü işlerine geliyorsa kadınların tek işinin evde oturup çocuk doğurmak olduğunun propagandasını yapıyorlar.
UİD-DER bana gerçek anlamda özgürlüğün ancak bu sömürü düzeninin ortadan kalkmasıyla mümkün olabileceğini öğretti. İşçi sınıfının kadınıyla erkeğiyle bir bütün olduğunu ve birlikte mücadele etmemiz gerektiğini, kadınlar mücadeleye atılmadıkça toplumun, işçi sınıfının, ezilenlerin yarısının mücadelede olmayacağını öğretti. Biz kadınlar hayatın yarısıyız. İşçi sınıfının kurtuluşu mücadelesinde yer almadan ne biz özgürleşebiliriz ne de dünyayı özgürleştirebiliriz.