
Ahmet gece vardiyasına başladı yine. Hiç de dayanamaz uykusuzluğa. Bu yüzden sürekli sabah 9 akşam 5 çalışabileceği bir işin hayalini kurar ve içten içe isyan eder. Ee hayal kurmuşken tam olsun, şöyle bir de masa başı ve dolgun maaşlı rahat bir iş oldu mu, değmeyin keyfine Ahmet’in… Ama maalesef harikalar diyarı değil hayat. Canımız çıkana kadar çalıştırılırız işyerlerinde. Hem de mavi yaka, beyaz yaka, tezgâh başı, masa başı, yerin üstü, yerin altı fark etmez. Her yer katmerli sömürü sunar bu kapitalist düzende bizlere. Fakat Ahmet kurtuluşunun hayal ettiği gibi bir iş bulmakta olduğunu zanneder. Böyle bir iş bulamadığı için sıkıntı çektiğini düşünür ve bu düşünceye saplandıkça kendi dünyasına hapsolur. Geçer tezgâh başına, zamanın geçmek bilmemesine isyan eder içten içe. Yaptığı iş bedenine ağır gelir yıllar geçtikçe. Bel ağrısı, baş ağrısı hayatının normali olur adeta. Vardiyalı çalışanın vücudunun bir parçası olur zamanla uyku bozukluğu, dikkat dağınıklığı, stres. Yine içten içe isyan eder Ahmet! Saçı dökülür, beyazlar, gözünün feri kalmaz Ahmet’in. Bu süre zarfında döner, içten içe, “sorun kimde, nerde?” diye sorar kendi kendine.
Bakar etrafına, arkadaşlarında sorun arar. Kendisi kadar zor iş yapmadığını düşündüğü, ustanın, amirin veya bir yöneticinin torpillisi olduğuna inandığı kişileri görür, nefret eder onlardan. İş ortamından nefret eder, iş arkadaşlarıyla samimi olamaz. Kimseye güvenemez. Haklı olarak hayatındaki birçok şeyden memnun değildir. Sürekli hedefe koyacağı ve kızacağı birini arar Ahmet! Bu bazen amiri olur, bazen de aynı tezgâhta çalıştığı bir arkadaşı. Fakat esas suçluyu, suçu göremez. Çünkü adil olmayan bu sistemde, medyanın da etkisiyle zihni bulandırılmış, algıları iyice çarpıtılmıştır.
Bir çıkış yolu yolu arar sürekli. Kapitalist düzen ona yol gösterir hemen: “Köşeyi dönmen lazım Ahmet” der. Bakar Ahmet etrafına, elde yok avuçta yok, neyle köşeyi döneceğim diye. Kapitalist egemenler bunun da formülünü sunar Ahmet gibi “yırtmak” isteyenlere! Başlar şans oyunları oynamaya; piyangoydu, lotoydu, bahisti… Ama yok, yine yok! Talih kısa yoldan yüzüne gülmese de öyle hemen de pes etmez. Daha rahat, daha dolgun maaşlı bir iş vardır elbet bir yerlerde. Hiç olmazsa bir umuttur başka bir işyeri veya başka bir ülkeye gitmek. Şans onu bulmuyorsa o şansı kovalamak ister. Fakat bilmez ki en büyük sorun içinde yaşadığı kapitalist sömürü düzenidir. Zanneder ki kişidir, eğitimsizliktir, şanstır, felektir sorunun kaynağı.
Neden refah içinde bir yaşama kavuşamadığını hiç anlamaz Ahmet. Tahsilini, diplomasını sorgular, şansını sorgular ama cevap bulamaz yine de. Kendini yetersiz görür. Aslında yetersiz olan kendisi değildir Ahmet’in. Doymaz ki açgözlü patronlar ve kapitalizm. Kendine kahreder Ahmet. Çünkü bunu öğrenmiştir sadece. İşyerinde sıkıntı yaşadığında istifa eder en büyük tepki olarak. Yüzüne tükürür sebep olanların ve çeker gider. Her gidişinde sıfırdan başlar ama gerçekten sıfırdan.
Hâlbuki asıl olan görmektir bu adaletsiz düzeni ve birlik olup alt etmeye çalışmaktır. Ama nereden bilecek ki Ahmet bunu? Sonra girdiği bir işyerinde birini tanır Ahmet. Dürüst, işini seven, çalışma arkadaşlarına nefretle, kıskançlıkla bakmayan fakat haksızlıklara en az onun kadar öfkeli birini. Merak eder Ahmet, uzaktan gözlemler, tanımaya çalışır. Çekinir önceleri, kıskanır belki biraz da onun bu kararlı ve mutlu halini. Sorunlara Ahmet gibi yaklaşmaz o işçi. İşçiler olarak sorunlarımızın ortak olduğunu ve birlikte mücadele ettikçe daha güçlü olacağımızı söyler yeni tanıdığı bu işçi. Bu işçiyi can kulağıyla dinleyen diğer arkadaşlarına bakar. Anlar ki Ahmet, aslında Ahmetlerden çok var. Ahmetler Ahmetlere güvenmeyi öğrenmeli diye düşünür. Birbirini anlayan, birlik olan, birlikte mücadele eden işçilerin yaşamı ve dünyayı güzelleştireceğini hisseder.