
Türkiye’de Covid-19 virüsü hızlı yayılıyor ve insanlar aslında çaresi bulunmuş olan bir hastalıktan ölmeye devam ediyor. İnsanlar derken burada her sınıftan insandan bahsettiğimiz sanılmasın. Ölenler elbette ağırlıklı olarak işçi ve emekçiler. Yaşamak için çalışmak zorunda olan, dolayısıyla kendilerini korunaklı sığınaklarına kapatamayanlar. Düşük ücretlerle yeterince beslenemediği, uzun çalışma saatleri yüzünden yeterince dinlenemediği için bağışıklığı güçsüz olanlar. Gerekli önlemlerin alınmaması ve sorumsuz uygulamalar sonucu virüs bir taraftan emekçilerin sağlığını tehdit edip ölümlere sebep olurken hayatta kalanlar ise gasp edilen haklar, işsizlik ve daha fazla yoksullaşmayla karşı karşıya kalıyor.
Nisan ayı başında çeşitli sektörlerden işçiler olarak buluştuk. Covid-19 pandemisi bahane edilerek patronların haklarımızı nasıl da fütursuzca gasp ettiğini konuştuk. Aynı zamanda yine bu süreçte mücadele ederek haklarını koruyabilen işçilerin deneyimlerinden dersler çıkardık.
Üniversite restoranında çalışan bir işçi Türkiye’de ilk Covid-19 vakası açıklandığında kendi işverenlerinin hiç vakit geçirmeden bunu nasıl fırsata çevirdiğini bir örnekle anlattı. İşyerlerinde işçiler defalarca talep etmesine rağmen fazla mesai ücretleri uzun süre ödenmemiş. İşveren işçilere fazla mesaiyi kendi tercih ettiği zamanlarda izin olarak kullandırmayı dayatmış. İşçiler bunu kabul etmemiş ve çeşitli yollarla itiraz etmişler. Ama Covid-19 pandemisi açıklanınca “Pandemi var bu hepimizin sorunu” denilerek işçilerin fazla mesaileri bu bahaneyle izin olarak eritilmiş. Devam eden günlerde işçiler kısa çalışmaya ve ücretsiz izne çıkarılmış. Bu uygulamalar sırasında işveren bütünüyle keyfi davranmış ve alınan kararlar sonucunda işçilerin ne yaşayacağı hiç düşünülmemiş.
Otel çalışanı bir işçi işyerinde işlerin iyi olmasına rağmen işçilerin kısa çalışmaya gönderildiğini, bu duruma itiraz ettiklerinde de muhasebecinin kendilerine “devlet bu hakkı işverene veriyor o da bunu kullanmak istiyor” dediğini anlattı. İlerleyen günlerde otelde yenileme inşaatı başlayınca patronun asıl derdinin bu inşaatın maliyetini işçilere karşılatmak olduğunu anladıklarını söyledi. Bu uygulama aynı durumdaki pek çok işyerinde yapıldı. Zarar ettiğini söyleyen patronlar bu yolla işçi maliyetlerini kısarak daha doğrusu işçinin maaşını kendisine ödeterek daha fazla kâr ettiler. Otel işçisi arkadaş durumu şu sözlerle özetledi: “Yıllardır aynı gemideyiz yalanını söyleyen patronlar samimiyetsizliğin okyanusunu kurmuşlar. Kısa çalışma, ücretsiz izin, Kod 29, bunların hepsi patrona verilmiş haklardır. Peki işçiye ne verildi? Simit parasına bile denk gelmeyen ücret.”
Covid-19 aynı zamanda tüm işçiler için işçi sağlığı ve iş güvenliği meselesidir. Sohbetimize katılan iş güvenliği uzmanı işçi arkadaşlar işyerlerinde ateş ölçmek dışında hiçbir önlem alınmadığını, maskelerin bile doğru düzgün dağıtılmadığını söylediler. İnşaat şantiyesinde çalışan bir uzman dostlar alışverişte görsün misali yapılan uyarılara işçilerin şu cevabı verdiğini anlattı: “Kaldığımız koğuşlar pislik içinde, yemeklerimiz yenecek gibi değil, dip dibe çalışıyoruz, virüse karşı bir şey yapılacaksa önce bunları düzeltin!” İşçilerin kendi çalışma koşullarından yola çıkarak siyasi iktidarın ve patronların samimiyetsizliğini çok kolay gördüğünü belirtti. Bu eksikliklere işçilerin lehine müdahale edebilmeleri için mutlaka patronlardan bağımsız kurumlardan maaş almaları gerektiğini vurguladı. Başka bir iş güvenliği uzmanı ise kendi işyerinde Covid-19 çıktığını, formenin “iş durur” diyerek temaslıların bildirilmemesini istediğini söyledi. Bu yaklaşımın çok yaygın olduğunu, UİD-DER’li bir işçi olduğu için bu baskıya direnebildiğini ama pek çok uzmanın itiraz edemeyip temaslı hatta pozitif vakaların bildirimlerini yapmadığını söyledi. Tüm bu anlatılanlar vaka sayılarının artışının sebebinin, emekçilerin maske-mesafe-temizlik kurallarına uymamaları değil, patronların kârımız düşecek kaygısıyla önlemler almamaları olduğunu açıkça gösteriyor.
Markette çalışan bir işçi, markette işe girmeden önce çalıştığı yerden ücretsiz izne çıkarıldığını fakat bu para geçinmesine yetmediği için başka yerlerde iş aradığını söyledi ve bu süreçte yaşadıklarını anlattı. Kısa çalışmada ve ücretsiz izinde olan işçilerin zor durumunu bilen patronların bunu da fırsata çevirdiğini, bu durumdaki işçileri hem sigortasız hem de çok düşük ücretlerle çalıştırdığını, bir maske atölyesinde kendisine günlük 50 lira teklif edildiğini söyledi. Ayrıca, “bir araya gelmeyin” diyerek asıl olarak dernekleri, sendikaları kastettiklerini ama işyerinde 30 kişi dip dibe yemek yerken işverenlerin bunu hiç dert etmediğini söyledi.
Ücretsiz izindeyken temizlik şirketlerinde geçici olarak çalışan bir işçi ise temizlik şirketinin kendilerine eldiven dahi vermediğini, maskelerini de kendilerinin aldığını anlattı. Bunca pislik içinde çalışırken “önlem” diyenlerin ikiyüzlülüklerini çok iyi gördüğünü söyledi.
Siteler bölgesinde çalışan bir işçi Covid-19 öncesinde de çalıştığı bölgede işverenlerin bankaya yatırdıkları asgari ücretin bir kısmını sonradan işçinin elinden geri aldığını, kabul etmeyeni de çalıştırmadığını anlattı. Patronlara kanunların işlemediğini, kanunların sadece işçilere uygulandığını söyledi.
Bütün bu anlatılanlar, patronların Covid-19’u işçinin yaşamını cehenneme çevirmenin bahanesi haline getirdiğini tekrar gözlerimizin önüne serdi. Fakat bir araya gelip bunları konuşabilmiş olmamız da gösteriyor ki bunun bir adım ötesini de yapabiliriz. Haklarımızın gasp edilmesine karşı işyerlerimizde, sendikalarımızda bir araya gelip tüm bunlara karşı birlikte mücadele edebiliriz. Bunun için de öncelikle pandemi bahane edilerek bize dayatılan “bir şey yapılamaz” algısını kırmak zorundayız.