
Bakma ile görmenin farklı şeyler olduğu sıkça söylenir. Bakmak için göz yeterlidir. Çevremize, önümüze, ardımıza, insanlara, olup bitenlere sürekli bakarız. Kimi zaman merakla, kimi zaman öylesine… İnsan bakar, gördüğü şeyi tanımlar, yorumlar ve tepki verir. Ancak öyle durumlar vardır ki yalnızca bakmak yeterli olmaz. Görmek için elbette bakmak gereklidir ama o yetmez. Görmek, bize gösterilen şeyin arkasındakini, iç yüzünü ve onunla ilişkili olanı fark etmektir. Bu yüzden gözlerimizin dışında başka şeyler de gereklidir derinlemesine görebilmemiz için. İnsan gözüyle bakar ama sanıldığının aksine, bilinciyle görür.
Bilinç, insanın kendisinin ve içinde bulunduğu dünyanın farkında olmasıdır. Ama insan aynı zamanda bir toplumda yaşar. Dolayısıyla yaşadığımız toplumun ve hangi sınıfa ait olduğumuzun bilincinde olmak çok önemlidir. Mesela sınıf bilinci nedir? Yaşadığımız toprakları değil, şu koskoca dünyayı düşünelim. Hangi ulusa, inanca ve kültüre mensup olurlarsa olsunlar, hangi ülkede yaşarlarsa yaşasınlar, insanlar kapitalist düzende temelde ikiye ayrılırlar; işçi sınıfı ve patronlar sınıfı! Toplumun çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı bir yanda, bizi sömüren bir avuç sermaye sınıfı ise öbür yanda yer alır. Bu iki sınıf arasındaki mücadele kesintisiz devam eder. Bu öyle bir mücadeledir ki bugün biri kazanıyorsa, diğeri muhakkak kaybediyordur. İşte en basit ifadeyle bir işçinin bu gerçekliği kavraması ve buna uygun hareket etmesidir sınıf bilinci! İstersek buna sınıf basireti de diyebiliriz! Eğer bir işçi sınıf bilinçli değilse, sınıf basireti tutulmuşsa yani kendi sınıfının penceresinden dünyaya bakmıyorsa; gördüğü dünya aslında patronlar sınıfının gösterdiği dünyadır. Onu olduğu gibi kabul eder ve normal sayar.
Hatırlarsak Şubat ayında İstanbul’da Kadıköy, Ataşehir, Maltepe ve Kartal belediyelerinde çalışan işçiler, kendilerine üç kuruşluk zammı reva gören CHP’li belediye yönetimlerine karşı greve çıkmışlardı. Belediye yönetimleri hemen işçileri karalamaya başlamıştı. Özellikle de sosyal medya üzerinden örgütlenen operasyonlarla işçilerin hak arayışı karalanmış ve kötü gösterilmişti. Buraya kadar aslında her şey sınıfsal meşrebine uygun, ancak bu koroya maalesef kimi örgütsüz emekçiler de dâhil oldu. Çöp dağlarından dem vuruldu, “AKP’li belediyelerde grev yapsınlar da görelim” denildi. İşçilerin haklı mücadelesini AKP’nin yönlendirdiği bile söylendi.
Grev için bir silahtır denilir, doğrudur da. İşçiler üretimi durdurup greve giderse sermayeyi can evinden vurmuş olur. Ancak greve çıkan işçi sanki bu silahı kendi kardeşine, sınıf kardeşine doğrultuyormuş gibi gösteriliyor ve ne yazık ki bu da tutuyor. Sermaye sınıfı bizi bizle vuruyor. Peki, nasıl yapabiliyor bunu? Sınıf bilincinin ve hak arama bilincinin gelişmemiş olmasından yararlanıyor. Tuzu kuruları bir kenara bırakalım, emekçilerin bir hak mücadelesi karşısında “grev kırıcı” söyleme savrulmasının esas nedeni budur. Sınıf bilincinin ve örgütlülüğün gelişmemiş olması, bu tuzaklara düşülmesine zemin oluşturuyor.
Sınıf bilincine sahip bir emekçi, belediye işçilerinin grevine baktığında en doğal ve meşru hakkını kullanan sınıf kardeşini görür. Onun baktığı pencereden görünen “çöp dağları”, belediye işçilerinin ne kadar önemli bir iş yaptığının ve ne kadar ağır bir yük taşıdığının resmidir. Sınıf bilinçli bir işçi, bu greve baktığında bugüne kadar 18 grevi yasaklayan siyasi iktidarın da iktidarı eleştiriyor görünen CHP’nin de söz konusu işçi mücadelesi olunca ne kadar ikiyüzlü olduğunu görür. Hak arama bilincine sahip bir işçi bakar, görür ve belediye işçisiyle nasıl dayanışacağını düşünür. Çünkü bilir ancak birlikte kazanılabileceğini…
Grev bir haktır. Üstelik öyle birilerinin lütfedip de işçilere bahşettiği bir şey değildir. Uğruna ağır bedeller ödenerek kazanılmış pek çok haktan biridir. Sadece işçinin değil, kadının, çocuğun, azınlıkların, insanlığın sahip olduğu haklar var. Hak ve özgürlüklere sahip çıkmak, koruyup geliştirmek için en basitinden en karmaşığına kadar toplumsal yaşamda tüm sorunların bir bütün olduğunun bilincine varmak gerekir. Grevlerin yasaklanması ile cinsiyet eşitsizliğinin, yağın mutfaklarımıza az girmesiyle demokratik hakların tırpanlanmasının arasında kopmaz bir bağ vardır. Çözülmesi mümkün görünmeyen toplumsal sorunların çözümü en basit görünen hak arama mücadelelerinin verilmesinden geçer. Tarih bunun tanığıdır. Tüm bu sorunlar arasındaki bağı görmek ve yaşamın içindeki sorunları çözmek ancak hak arama bilincinin gelişmesiyle mümkündür.