Birleşmiş Milletlerin hazırladığı Küresel Beslenme Raporuna göre dünyadaki açların sayısı 2020 yılında 811 milyona yükseldi. Bir önceki yıl tüm insanlar arasında yüzde 8,4 olan yetersiz beslenme oranı geçen yıl yüzde 9,9’a çıktı. Yani dünyadaki her 10 kişiden biri yetersiz besleniyor. Fakat gerçek sayı bunun çok üzerindedir. Çünkü Dünya Bankası yalnızca günde 1,90 dolarla yaşayanları yetersiz beslenenler kategorisinde sayıyor. Eğer 2 dolar geliriniz varsa bir anda extreme poverty (aşırı yoksul) kategorisinden çıkıyorsunuz. Dikkat ederseniz aç değil, aşırı yoksul ve yetersiz beslenenler gibi kavramlar kullanıyorlar. Yani gerçeği olduğu gibi adlandırmak kapitalist sözcülerin işine pek gelmiyor. Fakat gerçek şu ki günde 1,90 dolardan fazla geliri olanlar da açtır. Nitekim BM, yıl boyunca yeterli gıdaya ulaşamayanların sayısının 2,3 milyar; yani dünya nüfusunun yüzde 30’u olduğunu söylüyor.
Dolayısıyla bu gerçeği akılda tutarak BM’nin verilerini incelemekte fayda var. Rapora göre açlığın en yaygın olduğu kıta 418 milyon ile Asya, bunu 282 milyon ile Afrika ve 60 milyon ile Latin Amerika ve Karayipler takip ediyor. Ucuz işgücü, dizginsiz sömürü, günde ortalama 2-3 doların altında ücretle geçinmeye çalışan milyonlar gelir eşitsizliği arttıkça bunun ceremesini de ilk çekenler oluyorlar. Raporda cinsiyet eşitsizliği de vurgulanmış; kadınlarda yeterli gıdaya ulaşamama oranı erkeklerden daha yüksek ve bu oran önceki yıllara göre daha da artmış. Kriz koşullarında işsizliği, yoksulluğu, yoksunluğu kadınlar her zaman daha derinden hissediyorlar ve bununla bağlantılı olarak çocuklar da bu yoksunluğu derinden yaşıyorlar. 2020 yılında 5 yaş altı 149 milyon çocuğun yetersiz beslenme nedeniyle boylarının akranlarından çok daha kısa olduğu belirtiliyor. 45 milyon çocuk boylarına göre çok zayıf, 39 milyon çocuk ise aşırı kilolu. Her ikisi de yetersiz ve dengesiz beslenmenin sonucudur.
Üretici güçlerin bu kadar geliştiği bir dünyada her 10 kişiden birinin hâlâ aç olması ve çok daha fazlasının açlık sınırında dolanması kabul edilebilir bir durum değil. Bu oranın her yıl daha da artması eşitsizliğin her geçen gün daha da derinleştiğini, zenginliği ellerinde bulunduranların servetlerinin katlanarak arttığını gösteriyor. Sadece pandeminin başlamasından beri bile dünyadaki dolar milyarderlerinin serveti 4 trilyon dolardan fazla arttı. Hükümetler ise alım gücü düşen işçilere hayatta kalma önerileri veriyor yüzsüzce. Mesela ülkemizde oturdukları saraylarda “itibardan tasarruf olmaz” diyenler utanmadan “israfla mücadele için porsiyonlarınızı küçültün” diyebiliyorlar. “Uzmanlar” yoksullukla mücadele için “alışveriş yaparken markete tok gidin, çocuklarınız ile alışveriş yapmayın, küçük sepet alın, araba almayın, abur cubur reyonlarından geçerken raflara bakmayın” gibi çok parlak önerilerde bulunuyorlar! Diyorlar ki, elindekinin miktarının neden bu kadar azaldığını sorgulama, bununla yaşamanın çaresini düşün, yaşayamıyorsan bu seninle ilgilidir. Ama elimizdekilerle geçinemeyişimizin sorumlusu biz değiliz. Açlığın sorumlusu da her gece yatağına aç giren yüz milyonlar değil. Bir tarafta sayılamayacak kadar büyük servetler bir avuç azınlığın elindeyken diğer tarafta milyarların açlık, yoksulluk, yoksunlukla yüz yüze kaldığı bu düzenin adı kapitalizmdir. Kapitalist düzende dünyadaki servet bir avuç azınlığın elinde toplanmaya devam ettikçe de bu sorun çözülmeyecek tersine derinleşerek artacak. Bu düzen yıkılıp gitmelidir!