Son birkaç haftadır dünyanın birçok ülkesinde büyük boyutlarda doğa olayları yaşanıyor. Ama bilelim ki sellerin bu denli tahribat yaratmasının nedeni sömürücü düzenin doğada yarattığı tahribattır. Yani ormanlar yok edilmemiş ve doğa talan edilmemiş olsaydı insanlar ve sayısız canlı böylesine zarar görmeyecekti. Yani sellerin tedbiri doğaya zarar vermemekle daha baştan alınır. Yangınlara karşı tedbirlerse gerekli uçak, helikopter, itfaiye araçları ve bunları kullanacak işinin erbabı işçilerin hazır kıta bulundurulmasını gerektirir.
Seller ve yangınlar güneşin, ayın ışığı gibi, buluttan gelen yağmur gibi ülke sınırı gözetmez. Mesela Türkiye’nin güney ve Ege bölgesindeki yangınlar Yunanistan’da da yaşandı. Seller ve yangınlar ülke sınırına vardığında “yasaklı bölge” diyerek olduğu yerde kalmıyor. Fakat kapitalist devletler kendi sınırlarının dışında kalan yangınlardan kendilerini sorumlu görmezler. Kendi sınırlarındaki yangınların gezegenin geri kalanına da zarar verdiğini düşünmezler. Bu durumun normal bir akılla bir açıklaması yok.
Akıldışılık burada da kalmıyor. Bütçesi dünyadaki açları doyuracak denli kabarık olan Diyanet İşlerinin başkanı yağmur duasına çıktı. İktidar ve yandaş sermaye, yangınlar onlarca kentin ormanlarını yok ederken sadece seyretti. Belki de yanan yerlere hemen dikecekleri lüks otellerin planını bile çıkardılar. Havuz medyası yıllardır ballandıra ballandıra Erdoğan’ın damadının insansız hava araçlarının reklamını yapıyor. “Biz güçlü bir ülkeyiz, biz bize yeteriz” böbürlenmelerini yapanlar nedense yangınlarda başka ülkelerden kallavi ücretlere uçak ve helikopter kiraladılar sonradan. 13 uçağı var Erdoğan’ın. Yani işi şansa bırakıp Allah’a havale etmiyor. Çay fırlatmaya gittiği her yere binlerce koruma ordusuyla gidiyor. Yani işi yine şansa bırakıp Allah’a havale etmiyor. Ama Diyanet yangınları ve selleri Allah’a havale ediyor. Yağmur duasına çıkıyorlar. Yoksullara “aman ha açız demeyin” vaaz ediyor devasa bütçesi olan Diyanet. Aynı Diyanet yoksulların karınlarının duayla doyacağını vaaz ediyor. Ancak kimsenin karnı duayla doymuyor. Asgari ücret dondurma gibi eridi, buhar olup uçtu. Sel ve yangınlardan sonra domatesin fiyatı bu yaz gününde iki katına çıktı.
İnsan sormadan edemiyor. Asgari ücret 2825 lira. Bir dolar 9 liraya dayandı. Yoksulların her tükettiği ve satın aldığının kuyruğu dolara bağlı. Sellerden ve yangınlardan sonra her şeyin fiyatı iki-üç katına çıktı. Yoksulların alım gücü düştükçe düşüyor. Pazarlardan çürük meyve ve sebze toplayanların sayısı da arttı. Diyanet yağmur duasına çıktı. “Yağdır Mevla’m su” diyerek gökyüzüne bakıyorlar. Şayet yağmur duayla yağıyorsa, açlık duayla gideriliyorsa, neden kendileri de duayla doymuyorlar? Mesela Diyanete ayrılan devasa bütçeyi reddedip açlara verilmesini isteyip “bir hırka, bir lokma” ile yaşamayı neden tercih etmiyorlar? Elbette dertleri ve niyetleri açlığın ortadan kalkması, herkesin doyması değil. Erdoğan ve şürekâsı için Diyanetin ayrı ve özel bir yeri var. Açlık ve yoksulluk içinde kıvranan milyonlara öte dünyadan cennet hayali satmak. Gelin görün ki bu yüzlerinden sağlık ve semizlik yansıyanlar cenneti bu dünyada, yoksulların emeği üzerinde tepine tepine yaşıyorlar. Sıra yoksullara gelince “bu dünyada sınavdayız. Cennet sizi bekliyor” diyerek uyutma seanslarını aralıksız sürdürüyorlar. Biz yoksullar da cenneti bu dünyada yaşamak istiyoruz. Ancak biz yoksullar, bu bizi uyutmak için kırk takla atan sömürücü düzeni her şeyiyle birlikte tepemizden atıp baş olmadan bu dünyada cenneti yaşayamayız.