
İktidar enflasyonu öylesine pembe tabloda sunuyor ki adeta gül bahçesinden serin esintiler içindeymişiz hissine kapılıyoruz. Erdoğan’ın ekranlardan “emeklilerimizi enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz” sözlerini duyan emekliler, “başımıza yine çorap örüyor” diye düşünmeye başlamıştı. Tükettiğimiz her şeye gelen zamlar Karadeniz’deki sel gibi maaşları sürükleyip sermaye sınıfının kasasına götürmüştü. Aynı Erdoğan “sağlıkta devrim yaptık, eğitimde reform, istihdamda 9 milyon artış” sözleriyle başka bir gezegenden bahsediyordu sanki. Fakat artık ahali ne yiyor ne de yutuyor. “Anlat anlat külahım dinliyor” ruh halinde insanlar.
Faturalara Temmuz ayında gelen zamların öncü sarsıntılar gibi olduğunu Ağustos ayındaki faturalardan öğrenmiş olduk. Zamlar her ay daha kabarık geliyor. Mesela Temmuz ayındaki faturam 95 lirayken Ağustos ayında 129 lira geldi. Faturasını gören komşumun, ateş basmış gibi “yeter artık” dediğini gördüm. Annem yukarıdan “Devlet gene ne hediyesi göndermiş? Hediyeleri başlarını yesin. Yandım bu sıcaklarda. Korkumdan klimayı bile açtığım yok” diyerek faturanın ne kadar geldiğini sordu. Kalbine iner diye “getirdiğimde söylerim” dedim.
Faturaları yazmaya gelen taşeron işçisine soğuk su verdim. Faturaların neden bu kadar zamlandığını sordum. Yüzüme öyle bir baktı ki “konuşamam, konuşmam yasak” der gibiydi. “Ahmet Kaya dinler misin?” diye sordum. “Dinlemez miyim abi” dedi. İşçi sınıfının sesi, gözü ve kulağı olan UİD-DER’in Adkotürk işçilerinin greviyle ilgili videosunda Ahmet Kaya’nın “Grev Hakkımı İsterim” şarkısı çalıyor. Bu videoyu izlettim. Sonra UİD-DER web sitesindeki Aktotürk işçilerinin haberini açtım. Birlikte okumaya başladık. Genç işçi “Abi bu kadınlara bak. Çoğu başörtülü. Ne istiyorlar bunlar? Kesin AKP toplamıştır onları oraya” dedi. Ben de “İşçinin başörtülüsü de başı açığı da birlikte mücadele ediyor. AKP bu gördüğün işçilere polisle saldırıyor. Hem işçinin hangi partiye oy verdiğine bakma. Hakları için hep birlikte mücadele ediyorlar. Ne istediklerine gelince, 4 yıldır sendikalı çalışmak için mücadele ediyorlar. 23 Ağustosta da hep birlikte greve çıktılar” dedim. “Vay be. Abi bunların Türkiye’de olduğuna emin misin peki? Ama yabancı devlette olsaydı başörtülüler olmazdı. Nerede bunlar?” diye sordu. Haberde verilen Çerkezköy ismini gösterdim. “Dört yıl önce bu işçi kardeşlerimiz de senin gibi, grev ve direniş yapan işçileri gördüklerinde şaşırmışlardır. Gördüğün gibi, şimdi kol kola girmişler. Başları dik yumrukları sıkılı haklarına ve sendikalarına sahip çıkıyorlar” diye ekledim. “Vay be nasıl yapmışlar?” dedi yeniden. “Sen de UİD-DER web sitesini sürekli takip et. Çıkan yazıları oku. Arkadaşlarına da okut ki onlar da görsünler. Çünkü ileride sizler de aynı mücadelenin içinde yer alacaksınız. Şimdiden hazırlık yapın ki örgütlendiğinizde temeliniz sağlam olsun” dedim. Genç işçi kardeşimizin yüzüme bakışının değişmiş olduğunu fark ettim.
Genç işçi kardeşimizin de sayısız işçi gibi kendi hakkından bihaber olduğunu biliyoruz. Düz mantıkla bakan aklı evvel biri “bu çağda nasıl olur?” diye tepki verir. Evet, iletişimin bu denli ilerlediği teknoloji çağında burjuvazinin beyinlere yığınla çöp doldurması yüzünden işçiler kendi sınıflarının mücadelesini görüp ayıramıyor. Ancak UİD-DER gibi işçi örgütleri ve mücadeleci işçiler, az sayıda da olsa mücadeleci sendikalar sayesinde her şey yavaş yavaş değişiyor. Örgütlenen işçiler bu çarkı bozuk düzenin yalanlarına artık kanmıyor, mücadele ediyor. Hakları için mücadele eden tüm sınıf kardeşlerimize İzmir’den bin selam.