Geçenlerde bir trafik kazası haberine denk geldim. Kocaeli/İzmit’te bir otobüs şoförü direksiyon hâkimiyetini kaybedip beton direğe çarpıyor. Bu sırada araçta sıkışan işçiyi çıkarmak için ambulansla sağlık ekipleri geliyor. 41 yaşındaki şoför hastaneye götürülmek istenirken “Benim çalışmam lazım, ayağıma baktıracağım sadece” diyor. Sağlıkçılar ısrarla “ciddi bir şey varsa kötü olur” diyorlar. Şoför “Ben kiracı adamım. Borçlarım var, çalışmak zorundayım” diyerek hastaneye gitmeye ya da orada tahlil yaptırıp vakit kaybetmeye karşı çıkıyor. Bir insanın araçta sıkışmışken, belki ayağında yarası, kırığı ya da iç kanama riski varken “benim çalışmam lazım” demesi, ilk olarak kirasını düşünmesi çok acı değil mi?
Ne yazık ki böyle durumlarla çalıştığım hastanede ben de karşılaşıyorum. Kolunu, bacağını alçıya aldığımız işçiler “ama çalışmam gerek, nasıl olacak?” diyorlar. Tedavisini yapıp “bu elini çok zorlarsan tekrar olur” dediklerimiz “zorlamadan olmaz ki, çalışmam gerek” diyorlar. Rapor yazılsa kabul etmeyen, “işyerinde sıkıntı yaparlar” diyen hastalarımız oluyor. Gerçekten de böyle durumlar yaşayıp işten çıkarılanlar var.
Yakın zamanda motorlu kurye olarak çalışan bir hastamın elini alçıya aldım mesela. “İki çocuğum var, motor sürerken nasıl olur ki, kullanabilir miyim acaba?” diye mırıldanıyordu alçıyı yaparken. Elinin alçıda kalması gereken 3 hafta boyunca belki 10 kez geldi gitti hastaneye. İlk gördüğümde kızdım açıkçası. “Yahu böyle elin iyileşmez ki. Ne yapıyorsun, çocuk oyuncağı mı bu tak çıkar tak çıkar” dedim. “Çalışmak zorundayız abla ne yapalım. Ufak bebeğim var, masraflar çok” dedi. Alçısını tekrar sardım. “Seni anlıyorum durumlar çok zor ama elinin iyileşmesi için çıkartmaman lazım” dedim. Birkaç gün sonra tekrar geldi. Alçıyı çıkartmadan çalışmaya çalışmış. Bu kez de sargılar dağılmış, kirlenmiş. Onu değiştirebilir miyiz diye sordu. 3 hafta boyunca “tak çıkar, sağlamlaştır” derken iyileşti eli. Ama yanlış ama doğru kaynadı kırığı.
İşte böyle… İşçiler sağlıklarını, belki geleceklerini etkileyecek sorunları görmezden gelerek çalışmak zorunda kalıyorlar. Hem de karın tokluğuna, hem de bez parasına. Kimisi de dışarıda sefil olmaktansa hapse girmeyi yeğliyor! Geçenlerde İstanbul’da sokakta yaşayan 36 yaşındaki bir adam Sağmalcılar Metro İstasyonu’nun bariyer demirlerini çaldı. Bunu neden yaptığı sorulduğunda ise hapisten çıktıktan sonra iş bulamadığını, kalacak yeri olmadığı için sokaklarda kaldığını, bu hırsızlığı tekrar hapse girmek için yaptığını söyledi. 1929 krizinde yaşananları, yoksul bir emekçinin gözünden anlatan Modern Zamanlar filminde fabrika işçisi rolündeki Charlie Chaplin bir yanlış anlaşılma sonucu hapse girer. Hapisten çıktıktan sonra iş bulamayıp ortada kalınca yeniden hapse girmek için suç işlemeye karar verir. Böylece en azından yatacak bir yeri, karnını doyurabileceği bir kap yemeği olacaktır. Krizin bedelini ödeyen emekçilerin trajik yaşamını komediyle anlatan bu filmden daha farklı bir hayat yaşamıyoruz bugün. Biz bunları yaşarken kodamanlar televizyona çıkıp “ekonomi şahlandı”, “uçuyoruz”, “asgari ücret alan işçiler zenginleşti” diyor. İşçilerin canlarını, sağlıklarını hiçe sayarak sadece ev kirasını karşılamak, başlarını bir çatı altına sokmak için çalıştığı bir ülkede nasıl bir ekonomik şahlanma bu?
Saraylarda yaşayanlara bakılırsa ülkede yoksulluk da yok, açlık da. Ancak biz işçiler, emekçiler ekonomik krizin etkilerini yıkıcı bir şekilde yaşıyoruz. İşsizler ordusu her gün büyüyor, çalışan işçiler ise işsiz ve aç kalmak, çocuklarına bakamamak korkusuyla yaşıyor. Ama bu korkunun sonu, dibin de dibi yok. Bu yoksulluğa, bize reva görülen bu yaşama karşı çıkmalıyız.