Otobüsteyim. Otobüste boş denecek kadar az insan vardı. Çok sayıda boş koltuk olduğu halde biri yanımdaki koltuğa oturdu. Selam verdi. “Merhaba abi” dedi. Biriyle konuşmaya ihtiyacı olduğu her halinden belli oluyordu. Ben de merhaba dedim. Konuşmak istiyordu fakat nereden başlayacağını ve benim kendisini dinleyip dinlemeyeceğimi bilmediği için sustu. Maskeden dolayı yüzünün tamamını göremiyordum. Alnındaki ve gözlerinin kenarlarındaki kırışıklıklardan yaşı 65 civarında görünüyordu. Söze ben başlamak için emekli olup olmadığını sordum. “Yok” anlamında başını iki yana salladı. Nereli olduğunu sorduğumda “Kütahyalıyım” dedi. “Çalışmadın mı, neden emekliliğin yok?” diye sordum. Konuşma ve anlatma sırası ona, dinleme sırası bana gelmişti. Şimdi ismi İhsan ve yaşı 49 olan, ilk kez karşılaştığım işçinin anlattıklarını anlatacağım. Anlatırken İhsan’ın ve genel olarak örgütsüz işçilerin lügatinde çokça karşılaştığımız şeyleri haliyle anlatacağım. Ayrıca İhsan’ın başına gelenlerin sayısız işçinin başına geldiğini de hatırlatayım.
İhsan önce benden yana kalan sağ kolunu gösterdi sol eliyle dirseğinden tutarak. Sağ kolunun iç tarafındaki ameliyat dikişleri bileğinden dirseğine dek Kıbrıs haritası gibi ve bakınca kolunun ezilmiş olduğu belli oluyor. Sol eli vücut ölçüleri gibi iri, sağ eliyse küçük. Ayrıca da KOAH hastası.
İhsan’ın kendisinin ifadeleri şöyleydi: “Kütahyalıyım. 49 yaşındayım. Sigortalı olarak 1988 yılında işe başlamıştım. Ama çalıştığım çoğu işyeri sigortamı ya yapmamış ya da eksik göstermiş. Sadece 3720 günüm var. 2015 yılında Manisa’da ECA fabrikasında çalışmaya başladım. 2019’da çalışırken 60 tonluk prese sıkıştı sağ kolum. Stop düğmesine basmasam kolumu koparacaktı. Stop düğmesine sol elimle nasıl uzanıp bastığımı bilmiyorum. Herkeste gürültüden dolayı kulaklık olduğu için kimse duymamış. Üretim müdürü ekrandan görmüş. Beni öyle bulduklarında kendimde değilmişim. Hastaneye kaldırmışlar. Kendime geldiğimde başımdaki doktorlar aralarında ‘dirseğin altından mı keselim, bileğin orta kısmında mı keselim’ tartışması yapıyorlardı. ‘Burası kasap dükkânı mı kolumu nasıl kesersiniz?’ diye tepki gösterdim. Sonra doktorların hocası geldi. ‘Hiç üzülme. Kolunu kurtaracağız. Ama eski haline dönmesi mümkün değil. Kolunda çok büyük hasar var. Kolunu kesmeyeceğiz. Ama belki hiç kullanamayacaksın’ dediğinde çok sevinmiştim. Fabrikanın müdürü ve 5-6 kişi yattığım odaya geldi. Bir paket çikolata getirmişti müdür. Müdür bana sarıldı. ‘Geçmiş olsun’ dedi. ‘Sen bizim bir evladımızsın. Tedavin için ne gerekiyorsa yapılacak. Maaşın da devam edecek. Bak bu deste deste paralar senin. Ne kadar biliyor musun? Tam olarak 70 milyar eski parayla. Yeni parayla 70 bin lira. Bu 70 bin lira ananın ak sütü gibi senin hakkın. Her zaman senin yanındayız. Sen hele bir iyileş. İyileşir iyileşmez işinin başına döneceksin. Maaşını da her ay alacaksın. Şu kâğıtları imzaladığın anda 70 bin lira senin’ demişti. Canlıyı (parayı) gözümün önünde deste deste görünce sol elimle imzayı attım. İmzayı atıp 70 bin lirayı aldıktan sonra bir daha ne müdür geldi, ne arayıp soran oldu. Sağ kolumun bir ceket kolu gibi yanımda sallanacağını hastaneden çıktıktan sonra anladım. Sağ kolumun böyle olması yetmezmiş gibi bir de KOAH olduğumu öğrendim. KOAH olmamın nedeninin de fabrikadaki pis kokudan olduğunu öğrendim. Televizyonların o aç-kapa diye reklamını yaptığı çeşmeler ciğerlerimi zehirle doldurmuş.
“Hastaneye götürüldüğümde acildeki iyi bir doktor sayesinde iş kazası tutanağı tutulmuş. Aynı doktor muydu, bilmiyorum. Yattığım odada yanıma gelen bir doktor ‘sakın fabrikadan gelip kâğıt imzalatmak isterlerse imzalama. Kolunu kesmekten kurtardık. Ama artık eskisi gibi sağlıklı olmayacaksın. İşgücünün çok büyük bir bölümünü kaybettin. Tedavin bitene kadar raporunu uzatacağız. Daha sonra Sağlık Kuruluna sevkini yaparız’ demişti. İmza attığımı söylediğimde ‘hem kolunu kaybettin hem geleceğini kararttın’ demişlerdi. Hastanede aylarca kaldım. Hastaneden çıktıktan sonra fabrikaya gittiğimde işten çıkartıldığımı öğrendim. Beni güvenlikçiler içeri bile sokmadı. Raporum devam ettiği için her ay 870 lira alıyordum. KOAH olduğumdan solunum cihazına bağlanmak için hastaneye gidiyorum. Bu cihaza bağlanmam günlerce devam ediyor. Ama hastane yatış vermiyor. Oteller çok pahalı. Valiye çıkıp durumumu anlattım Manisa’da. Valiliğin otelinde kalmam için bir kâğıt verdiler. Ben bedava kalacağım diye iki hafta kaldım valiliğin otelinde. Bedava olmadığını otelden çıkıp gideceğim gün öğrendim. 870 lira olan rapor paramı otel aldı. Doktorlar ‘evine bir cihaz al’ diyorlar. Evde kullanılan KOAH makinesi 2 bin lira. Alacak param yok. İş kazası geçirdikten sonra eşimin eşyaları da alarak babasının evine gittiğini de hastaneden çıktıktan sonra eve gittiğimde öğrendim. Evde başka kiracılar vardı. Param olmadığı için ev tutamadım. O zamandan beridir üç senedir kız kardeşimin evinde kalıyorum. Enişte de çok iyi biri olduğu için bana sahip çıktılar. 18 yaşında oğlum var. Üç senedir görmedim. Gözümde tütüyor.”
İhsan’ın başına gelenleri ve yaşadıklarını sonuna dek dinledim. “Soma’da ikamet ediyorsun. Madende çalıştın mı?” diye sordum. “Madene girdim. Bir ay çalıştım. Abi madene girmekle canlı olarak mezara girmek, hiç farkı yok. Bu KOAH hastalığında belki de bir ay madene girmemin de sebebi var. Duymadın mı Soma’da madene inen kaç yüz işçi birden öldü” dedi, sanki madende katledilen 301 madenci kendi ailesinden birileri gibi üzgün ve kızgındı.
“Sigorta girişin 1988 yılında başladığı ve 3720 gün primin olduğu için engelli olarak emekli olabilirsin. Raporlarınla birlikte SGK’ya emeklilik bölümüne git. Sigorta giriş tarihin 1988 olduğu için 15 yıllık sigortalılık süresi ve 3600 gün üzerinden emekli olabilirsin” diyerek anlattım. “Sağ ol abi. Şimdiye kadar kimse senin gibi emekli olacağımı söylemedi. Emekli maaşım bağlanırsa hemen kendime bir ev tutarım. Belki oğlum o zaman benim yanıma gelir” dedi. İhsan’ın cep telefonundan Dayanışma TV’nin “Sarı Baret” belgeselini açtım. Birlikte izledik. Ardından da UİD-DER web sitesini açtım. “Bu siteler işçilerin yaşadıkları sorunları ve nasıl mücadele ettiklerini anlatıyorlar. Hem kendin takip et hem de tanıdığın herkese de gönder. Onlar da izlesinler” dedim.
İhsan’ın hikâyesi ve yaşadıklarını yalnızca İhsan yaşamadı. İhsan çalışırken sakat kalan binlerce işçiden sadece biridir. Ve sağlam olarak işe alınıp sakat edildikten sonra içi yenilip kabukları çöpe atılan midye gibi kenara atılan işçilerdendir. İhsan’ı kandırmak için hayatı boyunca bir arada görmediği 70 bin lira yetmişti. İhsan’ın hâlâ tam olarak farkında olmadığı şey ise şudur, patron için domuzun bir kılı kadar bile değeri yok 70 bin liranın. Patronlar, İhsan’ın ve nice İhsanların sağlıklarını ellerinden almakla kalmıyorlar, ömürleri boyunca cehennemi yaşatıyorlar. Adına “kaza” deseler de iş cinayetlerinde işçilerin canlarının ellerinden alınmasının temel sebebi işçi sınıfının örgütsüz olmasıdır. Kapitalist düzenin dizginsiz, kuralsız, zalim çarklarının altında işçilerin emeği, kanı, canı yatıyor. İşçiler bırakalım en temel haklarını canlarını bile koruyamıyor, o yüzden de örgütlü olmak ekmek ve su kadar önemlidir.