Geçtiğimiz günlerde Hakkâri-Çukurca karayolundaki Üzümcü köyünde bulunan özel bir maden ocağında göçük meydana geldi. Kazada yaralanan 3 işçiden 2’si öldü. Madencilikte üretim başına düşen ölüm oranlarında Türkiye’nin dünyada ilk sıralarda olması tesadüf değil. Maden ocaklarındaki özelleştirme ve taşeronlaştırma politikalarının da etkisiyle son yıllarda grizu ve göçüklere bağlı kazalar sıkça yaşanmakta.
DİSK’e bağlı Dev-Maden Sen’in (Türkiye Devrimci Maden Arama ve İşletme İşçileri Sendikası) her ay sahadan topladığı verilere göre, 2021 yılının ilk 8 ayında TTK (Türkiye Taşkömürü Kurumu) ve özel maden işletmelerinde gerçekleşen “iş kazalarında” 74 işçi yaralandı, 32 işçi yaşamını yitirdi.
TMMOB Maden Mühendisleri Odası İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Komisyonu tarafından hazırlanan 2010-2020 yılları arasını kapsayan “madencilikte yaşanan iş kazaları” raporuna göre madenlerde grizu ve kömür tozu patlamalarından göçüklere, su baskınlarından ekipman bazlı kazalara kadar pek çok iş kazası yaşanıyor. Rapora göre 2010-2020 yılları arasında madenlerde 115 bin 950 iş kazası yaşanmış. Bu iş kazaları sonucunda toplam 1042 maden işçisi hayatını kaybetmiş. Aynı dönemde ayrıca 1220 meslek hastalığı kaydedilmiş. Tabi bu rakamlar tespit edilebilen iş kazaları ve meslek hastalıkları. Çünkü sektörde kayıt dışı işçilik de söz konusu.
Rapor maden kazalarının nedenlerinden biri olan kayıt dışılığa da değiniyor: “Madencilik ve taş ocakçılığı faaliyet kolunda 2010-2019 dönemi için yıllık kayıt dışı istihdam oranı ortalama %6,62 olarak belirtilmektedir (SGK, 2020). Bunun yanında özellikle meslek hastalıklarının tespiti ile ilgili yalnızca madencilik sektörü için değil, Türkiye’deki tüm sektörler genelinde resmi kayıtların gerçeklikten uzak olduğu uzun yıllardır tartışılmakta olan konulardan biridir. Madencilikte, özellikle de yeraltı kömür madenciliğinde bu durumun çok daha vahim olduğu bilinmektedir. 2014-2019 yılları arasında yalnızca Zonguldak’ta kayıt dışı faaliyet gösteren ocaklarda hayatını kaybeden işçilerin sayısı 23’tür.”
Raporda, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve TEPAV’ın (Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı) 2016 yılında yayımladığı bir raporun verileri ışığında “madenlerde taşeronluk sistemiyle çalışma biçiminin iş kazalarına etkileri” de irdelenmiş. Özetleyerek verecek olursak rapor “toplam sektörel istihdamda taşeron işçiliğin payı ile kaza oranları arasında pozitif bir istatistiki ilişki bulunduğunu, alt işverenlik oranının yüksek olduğu sektörlerde kaza oranlarının da genellikle daha yüksek olduğunu” söylüyor. Rapora göre 2004-2012 döneminde madencilik sektöründe taşeronlaştırma çok hızlı bir şekilde artmış. Redevans sözleşmeleri ve alt işverenlik sözleşmeleriyle işçi sağlığı ve güvenliği konusunda işverenin sorumluluk alanının bulanıklaşması mevzuatın uygulanıp uygulanmadığının denetlenmesini zorlaştırmış. Bu da kaçınılmaz olarak artan oranda iş kazalarının yaşanması anlamına geliyor. Nitekim toplam iş kazası sayısının toplam sektörel istihdama bölünmesiyle elde edilen oran madencilik sektöründe 2012 itibariyle yüzde 8,8 iken diğer tüm sektörlerde yüzde 1’in altında kalmış.
90’lı yıllarda başlayan ama asıl olarak AKP iktidarı döneminde hız kazanan maden sektöründeki özelleştirmeler ile güvencesiz bir çalışma ortamı yaratılmış oldu. Kaçak maden ocaklarındaki artış ve özel şirketlerin güvencesiz çalıştırma koşulları madenlerdeki ölümlü iş cinayetleri sayısının artışında en önemli etken. Maden bölgelerinde tarım alanlarının yok edilmesi ya da tarımdan elde edilen kazancın aileyi geçindirecek yeterlilikte olmaması nedeniyle yöre insanları maden işçisi oluyor. Bazıları kaçak olan özel maden şirketlerinde çalışmak zorunda kalan işçilerin bir kısmının sigortası dahi yapılmıyor. Durum böyle olunca SGK verilerine dahi geçmeyen ölümlü kazalar oluyor. Özelleştirme, taşeronlaştırma işçiler için denetimsizlik, örgütsüzlük ve daha fazla sömürü anlamına geliyor.
Teknolojinin avantajları kullanılarak ve gerekli önlemler alınarak göçük ve grizu patlamalarının önüne geçilebilir. Fakat patronlar iş kazalarını önlemeye dair her önlemi maliyet olarak görüyorlar. İşçinin canının hiçbir kıymetinin olmaması, kimseye hesap verme gereği duymamaları nedeniyle bu çok basit önlemler dahi alınmıyor. Patronların işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini almasını sağlamanın yolu belli: Taşeronluğun yasaklanması, işyeri hekimlerinin ve iş güvenliği uzmanlarının ücretlerinin sendikaların ve meslek örgütlerinin denetimindeki bir devlet fonundan karşılanmalı; işçilere, gerekli önlemler alınmadığı takdirde topluca üretimi durdurma hakkı tanınmalıdır. Ağır ve tehlikeli işlerde gece vardiyaları yasaklanmalıdır. İşçilerin üretim baskısına direnebilmeleri, güvenli olmayan koşullarda çalışmama haklarını kullanabilmeleri, önlemleri aldırabilmeleri, denetimlerin düzenli ve eksiksiz yapılmasını sağlayabilmeleri için bilinçli olmaları, sendikalaşarak örgütlü güçlerini ortaya koymaları şarttır. Bunların hayata geçirilebilmesi ise ancak işçilerin bir araya gelip örgütlü bir mücadele yürütmesiyle mümkün. Yaşamak için örgütlenmek şart!