
Bizler işçi sınıfının gençleriyiz. En güzel zamanlarımız, dolu dolu yaşamamız gereken yıllarımız ne yazık ki sistemin çarkları arasında çürüyor. Kimimiz yeni başladı üniversiteye, kimimiz yeni mezun; iş arıyor. Çocukluğunu yaşayamadan fabrikalara gidenler de var aramızda, ev geçindirmeye çalışanlar da… Farklı görünse de her birimizin hikâyesi, aslında aynı paydada birleşiyor yaşamlarımız. İşsizlik, geçim derdi, gelecek kaygısı… Her geçen gün daha yakıcı hale gelen hayat pahalılığı karşısında en temel ihtiyaçlarımızı dahi karşılamakta zorlanıyoruz. Bir grup işçi-öğrenci olarak, bize dayatılan bu koşulları ve yarınlarımızı konuştuğumuz bir sohbetimizi sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Artan hayat pahalılığı karşısında asgari ücretin açlık sınırının dahi altında kaldığını konuşurken, üniversiteyi bu sene kazanan bir arkadaşımız, öğrenci kredisinin aylık 650 lira olduğunu hatırlatarak, o halde bunun “hayatta kalma sınırı”nın dahi altında kaldığını söyledi. “Böylesine ağır koşullar altında üniversiteyi kazandığına bile sevinemiyor insan” diyerek birkaç haftada tanık olduklarını paylaştı bizimle. Devlet yurdunda yer çıkmadığı için öğrencilerin mecburen özel yurtlara başvurduğunu, özelde ise fiyatların yıllık 20 bin lirayı aştığını, bu yüzden birçok öğrencinin kaydını dondurmak zorunda kaldığını anlattı. “Üniversite hakkında kurduğum tüm hayaller sistemin kaskatı duvarlarına çarparak tuzla buz oldu” diye ifade etti duygularını, kendisi gibi milyonlarca öğrencinin duygularına tercüman olarak.
Sonra başka bir arkadaşımız aldı sözü ve bunca zahmetin sonrasında bizi neyin beklediğini kendi deneyimlerinden anlattı: “Mezun olalı 6 aydan fazla oluyor ama hâlâ alanımda iş bulabilmiş değilim. Genç işsizlik akıl almaz boyutlara ulaşmış durumda. Stajyer pozisyonuna bile binlerce kişi başvuru yapıyor…” Biraz duraksadıktan sonra şöyle devam etti sözlerine: “Başlarda bu kadar başvuran insan görünce onlara karşı içten içe öfkeleniyordum açıkçası. Onlardan farklı olduğumu göstermek için sürekli öne çıkmaya çalışıyor, kendimi de psikolojik olarak yıpratıyordum. Sonra mücadeleyle tanıştım ve düşüncelerim de değişmeye başladı. Oradaki insanlarla benim hikâyem aynıymış aslında, birbirimizi rakip olarak değil kardeş olarak görebilirsek sorunu çözmek için de ilk adımı atmış oluruz…”
Tam da arkadaşımızın işaret ettiği gibi kapitalist sistem rekabeti körükleyerek bizi ayrıştırmak, yalnızlaştırmak istiyor. Bu sistemin ürünü olan eğitim anlayışı ufak yaşlardan itibaren zihinlerimizi körelterek sıra arkadaşımızı bile rakip olarak görmemizi istiyor. Dayanışma, güven gibi insani değerler sermaye sahiplerinin medyası tarafından her gün ayaklar altına alınırken, bireysellik ve rekabet her alanda ön plana çıkartılıyor. Üstelik tüm bunlar bir avuç asalağın saltanatı ne pahasına olursa olsun sürsün diye yapılıyor. Bizler UİD-DER’li gençler olarak; insan ilişkilerini çürüten, milyonları açlığa ve yoksulluğa mahkûm eden, doğayı acımasızca tahrip edip geleceğimizi yok eden bu rezil sistemin bir parçası olmayı reddediyoruz! Başka bir dünya mümkün, biliyoruz! Umudun, yarınların öznesi olan kardeşlerimize sınıfımızın saflarından sesleniyoruz: Gelin, birlikte kuralım geleceği!