
Son zamanlarda dünya genelinde yapılan araştırmalarda bireylerin duygu-durum bozukluklarında ciddi anlamda artış gösterdiği tespit edilmiştir. Tıp dergisi The Lancet’te yayımlanan araştırmaya göre 2020’de, küresel çapta depresif ve anksiyete bozuklukları sırasıyla yüzde 28 ve yüzde 26 oranında arttı. (Depresyon 246 milyon, Anksiyete 374 milyon). Bu durum pandemiyle beraber yüksek rakamlara ulaşsa da aslında yeni değil.
Tek gelir kaynağı emek güçleri olan işçilerin hayatlarında tahribe yol açan problemler yaşadığı bilinen bir durumdur. Bu problemlerin başında ekonomik anlamda yaşam standartlarının gitgide düşmesi gelmektedir. Bu problemin devamında kişilerin fiziki ve psikolojik yapısında bozulmalar kaçınılmaz olmaktadır. En temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta güçlük çeken birey, gerilim yaşıyor ve strese giriyor. Bunun sonucunda kimi durumlarda saldırgan davranışlar baş gösteriyor, kaçınılmaz olarak kaygı ve depresif bozuklukların ortaya çıktığı görülüyor. Kişi bu durumla beraber içine kapanıyor ve umutsuzluk içinde gelecek kaygısıyla baş etmeye çalışıyor. Son dönemde yapılan araştırmalar artan bu duygu-durum bozukluklarının nedeni olarak pandemiyi gösterse de aslında pandemi var olan sorunu sadece daha fazla gün yüzüne çıkardı.
The Lancet Araştırmasının ortak yazarlarından Alize Ferrari, “Pandemi akıl sağlığını etkileyen sosyal faktörlerin gün yüzüne çıkmasına neden oldu” ifadesini kullanmıştır. Pandeminin getirdiği yıkıcı sonuçlar en çok işçi sınıfı ve gençlere yansımıştır. Bu dönemde işçiler en temel ihtiyaçlardan yoksun bırakılmış ve zaten var olan eşitsizlik ve sosyal adaletsizlik kendini daha somut bir şekilde göstermiştir. Bu belirsizlik içinde bireylerin duygu-bozukluğu yaşamaması mümkün mü? Peki, sermaye sahipleri bu dönemde kayıplar yaşadı mı? “Kriz demek fırsat demektir” sloganıyla işçileri biraz daha sömüren ve sermayesine sermaye katan patronlar, bu dönemi de başarılı bir şekilde geçirmeye devam ediyor.
Sonuç olarak toplumun büyük bir kesiminde var olan psikolojik problemler sosyal faktörlerden etkilenmektedir. Biz geçinemiyoruz ve geleceğimizle ilgili kaygılıyız. Bu sömürü düzenine karşı tek başımıza etkili olamayabiliriz ancak biz az kişi değiliz! Toplumun üretenleri, emek verenleriyiz. Biz işçi sınıfı olarak bir avuç patrondan, sermaye sahiplerinden kat be kat fazlayız. Tek çare birlikte olmak ve dayanışma ile mücadele etmektir. Umut ve mücadeleyle kalalım…