
Ekonomik olarak çok zorlu günlerden geçiyoruz. Dolar almış başını gitmiş. Türk lirası pul olmuş. Her şey neredeyse yüzde yüz zamlanmış. Bir kaostur yaşanıyor memlekette. Aldığımız maaşlar erimiş durumda. Bırakalım ay sonunu nasıl getireceğimizi düşünmeyi, yarını nasıl çıkarırız derdindeyiz. Kılı kırk yarıp daha fazla nasıl ve nereden tasarruf yaparız diye düşünür olduk.
Biz bu koşullarda yaşamaya çalışırken asgari ücret zammı belli oldu. Görünürde yüzde 50 zam yapıldı ama gerçekte asgari ücret geriledi. Çünkü 2021’in Ocak ayında asgari ücretle alabildiğimiz ürünleri henüz elimize geçmemiş olan yeni asgari ücretle bile alamıyoruz artık. Yani alım gücümüz düştü. Örneğin 2825 lira ile Ocak ayında 2260 adet ekmek alabiliyorken 4250 lira ile bugün 1417 adet ekmek alabiliyoruz. Asgari ücret açıklandığı gün dolar 15,51 lira idi, sadece bir gün sonra 16,5 liraya yükseldi. Marketlerde günlük hatta saatlik fiyat artışları ise devam ediyor. Yani zamlı asgari ücret elimize geçtiği gün (ocak sonu-şubat başı) fiyatlar daha da artmış, alım gücümüz daha da düşmüş olacak.
Durum buyken ülkeyi yönetenler ne yaptıklarını bildiklerini, “yeni” bir ekonomik model denediklerini söylüyor, freni patlamış kamyon misali uçuruma doğru son sürat giderken kendilerine güvenmemizi istiyorlar. Kendisi de bir patron olan Hazine ve Maliye Bakanı geçtiğimiz günlerde bu iktidarın ekonomi politikalarına güvenmeyenlere şöyle dedi: “Sen maaş alıyorsun. En fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin. Ama ben bütün varlığımı kaybederim bu iş düzelmezse eğer.” Ama milyonlarca emekçi çoktan kesti umudu onlardan. Böyle pervasız konuşmalar ise güveni arttırmak bir yana güvensizliği daha da arttırıyor.
Eskiden hatırlıyorum da, düzenin sözcülüğünü yapmanın da bir usulü, adabı vardı. Öyle bir dönemdeyiz ki, bunun kırıntısı bile kalmamış. Bu ne fütursuzluk, bu ne aymazlıktır! Burjuva siyasetçiler eskiden bu kadar şımarık, bu kadar ukala, bu kadar çirkin değillerdi. Yalan dünyasını “daha ince, daha kibar” satarlardı emekçilere. Ancak ülkede hüküm süren totaliter rejimin sözcüleri, belli ki karşılarında sınırlandırıcı bir güç olmadığından utanmazlıkta tüm sınırları aşıyorlar. Bakanın “sen maaş alıyorsun, en fazla neyini kaybedersin?” ile başlayan cümlelerine verilecek dünya kadar cevap var. Mesela ben maaş alamasam kiramı ödeyemem, elektriğimi, suyumu, doğalgazımı ödeyemem. Çocuğuma bırakın harçlık vermeyi okula gitmesi için yol parası bile veremem. Mutfak ihtiyaçlarımı karşılayamam. Yarı aç, yarı tok duruma gelirim. Ancak asgarisini yatırabildiğim kredi kartı borcunu ödeyemem. Yani hayatım felçleşir, yaşayan bir ölüden farksız olurum. Ama bakan efendi ve onun gibiler, fabrikalarını kapatırlarsa ölmezler. Ne ölmesi, bizim şimdiki durumumuzda bile olmazlar! Onların yedi sülalesine yetecek birikmiş serveti vardır, bizim sırtımızdan elde ettikleri. Bakanın sarf ettiği sözler hem patronlar sınıfının hem de bu iktidarın zihniyetinin dile yansımasıdır. Kendi lükslerini, şatafatlarını, yedi sülalelerine yetecek sermayelerini bizim yaşamımızın üzerinde gören bu zihniyetten kurtulmanın zamanı gelmedi mi?